27 Ekim 2009 Salı

Dünyanın en ince led tv'si

Dünyada ondan daha incesi yok! Teknoloji dünyası dur durak bilmiyor... Toplumlar tükettikçe teknoloji de en hızlısını en incesini enlerin de enini piyasaya sürüyor. İşte dünyanın en ince LED TV'si..

Teknoloji devi Samsung, "dünyanın en ince LED TV"si olarak lanse ettiği yeni ekranını kullanıcılarına tanıttı.
Sadece 3mm kalınlığında olan ve neredeyse kredi kartı inceliğine sahip olan yeni Samsung LED TV, 40 inç'lik ekranıyla da dikkat çekiyor. 5000:1 kontrast oranına sahip olan ürün, Samsung'un bir önceki LED TV panelinin neredeyse 3'de 1'i kalınlığında.

İnceliğinin yanında enerjiyi de oldukça etkin bir şekilde kullanan ürünün ne zaman satışa sunulacağı ise henüz bilinmiyor.

25 Ekim 2009 Pazar

ABD'den Müslümanlara "Teknolojik Kalkınma" fonu Fon kapsamında milyonlarca dolarlık yardım aktarılacak

ABD'nin, Müslümanlar ülkelerdeki teknolojik kalkınmayı desteklemek için milyonlarca dolarlık bir fon ayırdığı bildirildi.
Beyaz Saray'dan yapılan açıklamada, Başkan Barack Obama'nın, 4 Haziranda Kahire'de yaptığı konuşmada, ülkesinin Müslümanların çoğunlukta olduğu ülkelerdeki teknolojik kalkınmayı desteklemek için yeni bir fon oluşturulacağını duyurduğu hatırlatıldı.
Açıklamaya göre, bu taahhüdün hayata geçirilmesi yönündeki bir adım çerçevesinde, Amerikan hükümetine bağlı Denizaşırı Özel Yatırım Kurumu (OPIC), söz konusu ülkelerden seçilecek projelere 25 ila 150 milyon dolarlık katkı sağlayacak bir fon oluşturdu.
Küresel Teknoloji ve Yenilik Fonunun Asya, Orta Doğu ve Afrika'daki ülkelerde özel sektör yatırımları ve teknolojik büyümenin hızlanması ve desteklenmesine katkı sağlayacağı belirtilen açıklamada, fonun, projeler aracılığıyla teknoloji, eğitim, telekom, medya ve iş hizmetleri gibi alanlarda iş istihdamı ve ekonomik fırsatlar yaratacağı kaydedildi.
OPIC'den yapılan açıklamada da örnek projelerin yeni bilgisayar teknolojisi ve telekomünikasyon sistemlerinin geliştirilmesi ve geniş bant internet hizmetlerine erişimin artırılmasına katkıda bulunacağı ifade edildi.
Projelerin sunulması için son tarihin 30 Kasım olduğu, hangi projelerin seçildiğine dair sonuçların ise gelecek yıl Haziran ayında açıklanacağı bildirildi.
AA

21 Ekim 2009 Çarşamba

Haritacılık Tarihinde Önemli Olan Türk Bilim Adamları ve Çalışmaları

Haritacılık Tarihinde Önemli Olan Türk Bilim Adamları ve Çalışmaları

Ali Macar Reis
Ali Macar Reis bilindiği kadarıyla ilk Türk Atlasını yapan kişidir. Bu nedenle yapılan atlas çalışması ona ithaf edilmiştir. 7 haritadan oluşan Ali Macar Reis Atlası bugün Topkapı Sarayı’nda sergilenmektedir.osmanlı denız harıtacısı olarakta bılınır.. atlasta yer alan yedi harita :
1. Azak denizi, Karadeniz ve Marmara sahil kent ve limanlar
2. Akdeniz, Eğe denizi, Mora yarım adası, Adriyatik sahilleri, Anadolu'nun bazı sahil kentleri
3. Akdeniz, İtalya, Adriyatik sahilleri, Kuzey Afrika
4. Batı Akdeniz, İberik yarımadası, Gaskonya körfezi, Kuzey Afrika
5. İngiltere, İskoçya, Almanya sahilleri
6. İstanbul Boğazı, Girit adası bir kısmı, Ege denizi, Adriyatik sahilleri
7. Dünya haritası (Avusturalya yok)

Kaşgarlı Mahmut
Kaşgarlı Mahmud’un ünlü eserinin tam adı: Kitabu Dîvânü Lûgati’t-Türk’tür. Araplara Türkçeyi öğretmek ve Türkçenin Arapça kadar zengin bir dil olduğunu göstermek amacıyla yazılmıştır.Dîvânü Lugati’t-Türk; bir sözlük olmakla birlikte, Türk milletinin yüceliğini de anlatan bir âbide eserdir. Sekiz bölümden oluşur. Bölümler ve sıralamalar Arap alfabesindeki harflere göredir. Kitapta yaklaşık 8.000 kelime vardır. Kelimelerin anlamlarının iyi anlaşılması için deyimlerden, atasözlerinden ve şiirlerden, hattâ bâzı Âyet ve Hadis-i Şerif’lerden örnekler verilmiştir. Bu yönüyle eser, bir kültür hâzinesi değerine kavuşturulmuştur. Eserde yer alan harita ise, Türk Dünyası ile ilgili olarak yayınlanan ilk haritadır. Haritada; dağlar kırmızı, denizler yeşil, ırmaklar mâvi, kumluk alanlar sarı renkle gösterilmiştir. Türkler’in oturdukları bölgeler ve komşularının isimleri özenle belirtilmiştir. Eser, güneşle birlikte, kültürün de doğudan dünyayı sardığının önemli bir göstergesidir. Dîvânü Lugati’t-Türk, Türk milletinin yalnız savaş meydanlarında değil, kültürel alanlarda da önder, öncü ve örnek olduğunu gösteren bir âbidedir.

Piri Reis
Türk Amirali Piri Reis (1470-1554), Osmanlı Donanması amirallerinden Kemal Reis’in kardeşinin oğludur. Piri, amcası ile birlikte bir dizi deniz savaşına katılmış, deniz navigasyonunun vazgeçilmez aracı olan haritalar ve haritacılık ile ilgilenmiştir. Piri Reis’in bugüne ulaşmış üç adet eseri bilinmektedir. 1923 yılından sonra başlayan yeniliklere paralel olarak müzecilik alanında da atılımlar başlamıştır. Topkapı Sarayı’nın düzenlenmesi sırasında Milli Müzeler Müdürü Halil Erdem’in bulduğu bir Atlantik Haritası Alman bilimci Paul Kahle tarafından incelenmiştir. Kahle tarafından yapılan araştırmalar ile harita bilim dünyasına tanıtılmış, bu çerçevede Türk tarihçileri Afet İnan ve İbrahim Hakkı Konyalı da özellikle haritanın nasıl üretildiği konusunda araştırmalar yapmışlardır. Daha sonraki yıllarda haritaya olan ilgi giderek artmış, yabancı bilim adamları harita ile ilgilenmiş, Piri Reis adına sempozyumlar düzenlenmiş, Erik Von Daniken’in “Tanrıların Arabaları” isimli kitabındaki iddialar ile harita tüm dünya kamuoyuna mal edilmiştir. Araştırmacılar 1513 tarihli Atlantik Haritası ve Kuzey Atlantik Haritasının Piri Reis’in çoğu parçaları kaybolan Dünya Haritasının birer parçası olduklarına inanmaktadırlar. İTÜ Jeodezi ve Fotogrametri Mühendisliği Bölümü Başkanı ve Kartografya Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Doğan UÇAR’ın da yaptığı çalışmalar neticesindeki sonuçlar da bu doğrultudadır. 21 parçadan meydana gelen bu haritanın 65x90 cm’lik bir paftası Topkapı müzesindedir. Colombus’un 1489 tarihli bir haritasından da yararlandığını haritasının üzerine yazan Piri Reis'in bu tarihte Amerika içlerini ve güney kutbundaki dağları da gösteren bu haritayı nasıl yaptığı bilim adamlarınca merak konusu olmuştur. Ayrıca "Hadikat'ül Bahriye", "Netayic'ül-Efkar fi Cezayir'ül Bihar", “Bilad'ül- Aminat” ve harita yapımıyla ilgili "Eşkalname" (o zamanlar haritaya eşkal deniliyordu) adında bir bilim kitabı ile 1528 tarihini taşıyan "Hint Denizi Haritası" gibi yapıtları İstanbul Deniz Müzesindedir. Piri Reis Hürmüz kalesi kuşatmasında uğradığı bir iftira sebebi ile 1554 de idam edilmiştir.

Piri Reis’in harita çizme merakı artarak devam etmiş, Akdeniz ve Ege Denizi limanlarına ve adalarına ilişkin tuttuğu krokileri kullanarak Osmanlı donanmasının hakim olduğu denizlere ait "Kitabı Bahriye" isimli eserinde çeşitli liman, koy, körfez, kıyı, kale vb. yerlere ait haritalar ile bu denizlerdeki gemiciliğe ait akıntılar, sığ yerler, tehlikeli kayalık yerlere ait bilgileri de vermiştir

Matrakçı Nasuh
(Ölümü 1533) haritacı anlayışı minyatüre uygulayan ilk ressamdır. Sopa veya demirci çekici ile yapılan ve bir çeşit harp oyunu olan matrak (Mitrak) oyunu mucididir. Menazil (Hedefler) isimli yapıtında 16. yüzyılda yapılmış Anadolu atlası vardır."Umdet'ül-Hisab" (Hesabın ilkeleri) isminde bir yapıtı (1517) ve "Beyan-menazil-i sefer-i Irakeyn" ismindeki kitabında Kanuni'nin 1534 de Irak seferine katılarak İstanbul-Tebriz-Bağdat-Tebriz-Diyarbakır-Halep-İstanbul geçkisi üzerinde fethedilen yerleri, kaleleri isim ve güzel haritalarla anlatır.

El İstahri (Ebu İshak İbrahim bin Muhammed el Farisi el İstahri)
(15. yüzyıl), "Kitab al masalik val mamalik" (Masallar ve Ülkeler) isimli yapıtında dünyanın çeşitli yerlerine ait 20 harita vardır. Bu kitap yaklaşık 1460 yıllarında Karakoyunlu Türkmen imparatorluğu Şehzadesi Pir Budak zamanında yazılmıştır.

Seydi Ali Reis
Kanuni Sultan Süleyman saltanatı sıralarında devlet hizmetine giren Sinop'lu bir aileye mensup sonradan Amiral olan SEYDİ ALİ REİS, (? -1563) deniz astronomisini ve deniz coğrafyasını çok iyi bilen bir bilgindi. Piri Reis'in donanmasını Basra'dan Süveyş'e getirme görevi verildi 64). Ancak bazı nedenlerden dolayı dört yıllık (1553-57) uzun ve maceralı bir yolculuktan sonra Edirne'ye dönebilmiştir. Bu seyahatı Bursa-Konya-Kayseri-Halep-Urfa-Musul-Bağdat-Basra-Hürmüz Boğazı -Ahmadabad-Delhi -Lahor-Kabil-Semerkand- Buhara- Farab -Merv- Tus -Nişabür -Bağdat- Musul- Mardin- Diyarbakır- Sıvas-Ankara-İstanbul-Edirne geçkisini izleyerek Arapça ve Farsçadan yaptığı derlemelerle "Miratül Memalik" (Ülkelerin aynası) adlı yapıtı yazmıştır. Bu kitap 1815 de Almancaya, 1826 da Fransızcaya, 1899 da İngilizceye, 1963 de Rusçaya çevrilmiştir. 1554 de Ahmedabad'ta yazdığı "Mohit" (Okyanus) çeşitli batı dillerine çevrilmiştir66). 10 bölümlük bu kitapta yön bulma, azimut ve yıldızların yüksekliklerinin hesabı, zaman hesabı, takvim, güneş ve Ay'a bağlı tanımlanan yıllar, denizcilikte önemli bazı yıldızların doğmaları, batmaları ve adları, ünlü limanlarla adaların enlemleri, astronomiye ait bilgiler ve bazı limanların arasındaki uzaklıklar, Hind Okyanusundaki adalar, kıyılar, rüzgarlar, ünlü limanlar ve topografik coğrafya konularını içermektedir. Bir başka yapıtı "Mirat-ül Kainat (Kainatın aynası)67) kitabı da Farsça ve Arapça bir çok kitaplardan derlenmiş olup bir çok astronomi aletinin tanımı ve kullanılışı, güneşin yüksekliği, yıldızların konumu, kıble, öğle zamanı saptanması, nehir genişliği saptanması, rubu tahtası ve usturlab'ın yapım ve kullanılışı konularını içermektedir.

1549 da Halep'te Ali Kuşçu'nun astronomi ile ilgili Fethiye yapıtının Türkçesine bazı ilaveler koyarak "Hülaset'el-Haya" ismini vermiştir 68). Seydi Ali Reis yerin yuvarlak olduğunu, dağların yüksekliğinin yerin yuvarlaklığını bozmayacağını söylemiş ve yer yarıçapının 1545 fersah olduğunu yazmış, ağır cisimlerin yerin merkezine doğru düştüklerini eklemiştir. Ancak yerin günlük hareketini kabul etmediğini göstermek için de o zamana kadar ileri sürülen kanıtları açıklamıştır.

Mehmet Aşık
Büyük Türk gezgincilerinden Mehmet Işık (1555-?) 21 yaşında geziye çıkarak 25 yıl içinde bir çok ülke gezmiş ve gezi notları 1595 de "Menazır-ül Avalim" (Dünyanın görünümü) adıyla basılmıştır.

Mehmet Reis
1590 da Menemenli Mehmet Reis'in çizdiği bir Akdeniz haritası Venedik'te Correr müzesindedir. Benzer şekilde 16. yüzyılda Tunus'lu Hacı Ahmed'in Dünya haritası Venedik'te San Marco kütüphanesindedir.

Katip Çelebi
Arapça ve Farsçayı çok iyi bilen ve tarih, coğrafya, bibliyografya ve toplum bilimi alanlarında 27 yapıtı bulunan Katip Çelebi (1609-1657) Girit seferi dolayısı ile (1645-46) haritaların nasıl yapıldığını öğrendi. En önemli yapıtı "Cihannüma" (Dünyayı gösteren) coğrafya alanında doğu görüşten batı görüşe geçişte bir dönüm noktasıdır. Beş haritalı, 75 sayfa olan ve 1648 de yazılmağa başlanan bu kitapta Dünyanın yuvarlaklığı üstüne kanıtlar verildikten sonra Japonya'dan Erzurum ve Irak'a kadar ülkelerin coğrafyasını, kısa tarihini, bitki ve hayvanlar alemini anlatmaktadır. "Keşf-üz-Zunun" (sanıların keşfi) isimli kitabı da ünlüdür. 1727 de basımevinin icadından hemen sonra 1732 de basılan bu kitap çeşitli dillere çevrilmiştir. Katip Çelebinin bundan başka "Kozmoğrafya" adında bir kitabı daha vardır. İstanbul'da ilk defa pusula sapmasını belirlemiştir.

20 Ekim 2009 Salı

Teknoloji Artık Sınıflarda

Yakınca İlköğretim Okulu’nda öyle bir sınıf var ki aklınıza gelebilecek her şey teknolojik. Sınıfa parmak izi okuyan bir kapıdan giriliyor


Teknoloji artık sınıflarda… Yakınca İlköğretim Okulu’nda öyle bir sınıf var ki aklınıza gelebilecek her şey teknolojik. Sınıfa parmak izi okuyan bir kapıdan giriliyor. Sıralar ortapedik, kara tahta yerinde de akıllı tahta var…
Yakınca İlköğretim Okulu’nda kurulan bu sistem Malatya’da bir ilk...
Uzman Öğretmen Taner Akıncı, sistemi en iyi şekilde kullanarak öğrencilerin eğitim ve öğretim kalitesini artırmayı hedeflediklerini söyledi.
Sınıfın 47 günlük bir sürede bitirdiğini söyleyen uzman öğretmen Akıncı,
“Çocuklarımıza da en üst seviyede eğitim ve öğretim olanaklarını sağlamak hedefiyle yola çıktıklarını söyledi.
Bir ilk olan bu akıllı sınıfın açılışını Vali Ulvi Saran, Milli Eğitim Müdürü Mehmet Bulut ile birlikte yaptı. Sınıfta inceleme sırasında zaman zaman gülüşmelere neden olan aksaklıklarda yaşandı.

Teknoloji devlerine şok

Teknoloji devlerine şokİki bilgisayar devinin yöneticileri çok ciddi bir skandala karıştı... İşte tüm yaşananlar...





IBM, Intel ve McKinsey firmalarının ABD'deki yöneticileri ile bir yatırım fonunun kurucusu henüz kamuya açıklanmamış, sermaye piyasası araçlarının değerini etkileyebilecek gizli bilgileri üçüncü kişilerle menfaat amacıyla paylaştıkları için tutuklandılar ve mahkemeye verildiler.
Medyada çıkan haberlere göre Manhattan savcılığı altı sanığı 20 milyon Dolar değerinde illegal gelir elde etmeleri nedeniyle suçluyor.
Skandalın merkezinde ABD'li milyarder Raj Rajaratnam duruyor. Raj'ın kendi ağı üzerinden firma içi gizli bilgilere eriştiği ve bu bilgilerle fonlarına milyonlarca kar eklediği iddia ediliyor. Spiegel Online'a göre yöneticiler Google'ın ticari belgeleriyle yasak hisse ticaretinde bulundu. Yönetici grubunun sadece önceden elde ettikleri gizli bilgilerle Google'ın 2007 yılına ait finansal sonuçları üzerinden yaklaşık 8 milyon Dolar kazandıkları söyleniyor.

14 Ekim 2009 Çarşamba

Teknoloji Onlardan Sorulacak

Çin'in bir gün bir numaralı teknoloji devi olacağını mı sanıyorsunuz? Aslında Çin'den büyüğü de var.


Büyük atılımların ardından, yakın gelecekte Çin'in Dünya teknoloji lideri olacağını düşünenlerin sayısı hiç de az değil. Ancak işin görünmeyen kısmında çok daha farklı bir ülke; Hindistan yer alıyor. Gidişata bakılırsa, Hindistan çok yakında Çin'den bekleneni kendisi gerçekleştirecek.
Hindistan teknoloji hizmetlerinde dünya liderliğine yükseliyor. Zayıf dolar Amerikan Ekonomisini sarsarken, Forbes'in CEO'su kendisine Amerikan hükümetinin acil önlem planı üzerine sorulan soruya karşılık olarak şu açıklamayı yaptı: "Çökmenin eşiğinde olan finans sitemini ayakta tutmak için acil para pompalandı. Ancak krizin aciliyetini bittiğinde bunun farkına varabilmek gerekiyor"
"Amerikan hükümeti bu yıl ekonomik iyileşmeyi yavaşlatan hatalar yaptı. Vergiler düşürülmedi, dolar istikrar kazanmadı ve bu yüzden yatırımlar zarar gördü. Küçük işletmelere para akışı zarar gördü." Öte yandan Hindistan'ın oldukça başarılı olduğunu ve Hindistan ekonomisinin beklenen yüzde 6 yerine 2008-2009'da yüzde 6.7 yükseldiğini belirtti.
Forbes CEO'suna göre Hindistan 1991'de başladığı liberalleşme hareketine devam etmeli, vergileri daha da basitleştirerek yurt dışı yatırımın akışını arttırmalı. Bununla da kalmayarak alt yapısını geliştirmeli. Böylece Hindistan teknoloji hizmetlerinde dünya oyunculuğundan dünya liderliğine yükselebilir.
Örnek gösterdiği kuruluşlar arasında Tata Consultancy Services isimli yazılım ithalatçısı da yer aldı.

Süspansiyon,Aeresol,Emülsiyon NEDİR?

Süspansiyon
Bir sıvıda çözünmeyen katının heterojen olarak dağılmış şeklidir. Su–kum karışımı, su–tebeşir tozu karışımı gibi
Karışımların özellikleri
Karışımı oluşturan maddelerin kimyasal özelliklerinde değişiklik olmaz.
Saf değildir.
Fiziksel yollarla ayrıştırılır.
Erime ve kaynama noktaları sabit değildir.
Karışımların öz kütleleri sabit değildir. Karışımı oluşturan maddelerin miktarına bağlı olarak karışımın öz kütlesi değişir.
Karışımın yapısında farklı cins atom veya molekül vardır.
Karışımda bulunan maddelerin miktarı arasında belirli, sabit bir oran yoktur.
Aerosol
Bazı özel araçların yardımıyla katı ya da sıvı maddelerin bir gaz ortamına çok küçük tanecikler halinde yayılması.
Havada asılı parçacık biçiminde madde: sıvı maddeleri püskürten basınçlı kap.
Emulasyon
bir sistemin başka bir sistemde,kendi orjinalliğine yakın olarak çalıştırılması işlemine emulasyon bunu yapan alet edevat veya programlara da emulatör denir


Güneş Enerjisi Bu Ortamlardan Geçerek Dünyaya Ulaşır?

http://www.safrancicegi.com/wp-content/2008/04/image00263.gif
Güneş enerjisi dünyamıza ışıkla gelmektedir. Güneşten çıkan ışınlar ilk olarak uzay boşluğunda yayılır. Güneş ışınları daha sonra dünyamızın atmosferi ile karşılaşır. Atmosferde güneşten gelen kısa dalgalı zararlı ışınlar süzülür. Atmosferde sırasıyla TROPOSFER, STRATOSFER, MEZOSFER, İYONOSFER tabakalarından geçerek dünyamıza güneş ışınları(Güneş enerjisi) ulaşır.

Güneş Enerjisi Bu Ortamlardan Geçerek Dünyaya Ulaşır?

http://www.safrancicegi.com/wp-content/2008/04/image00263.gif
Güneş enerjisi dünyamıza ışıkla gelmektedir. Güneşten çıkan ışınlar ilk olarak uzay boşluğunda yayılır. Güneş ışınları daha sonra dünyamızın atmosferi ile karşılaşır. Atmosferde güneşten gelen kısa dalgalı zararlı ışınlar süzülür. Atmosferde sırasıyla TROPOSFER, STRATOSFER, MEZOSFER, İYONOSFER tabakalarından geçerek dünyamıza güneş ışınları(Güneş enerjisi) ulaşır.

Dünyanın İçinde Bulunduğu Sistemin Isı Dengesinin Bozulmasının İklimlere Etkisi

Karbondioksit oranı artıyor, okyanuslar ısınıyor, buzullar eriyor, deniz seviyesi yükseliyor, orman yangınları artıyor, buzul tabakaları parçalanıyor, göller küçülüyor, kurak dönemler uzuyor, ırmaklar kuruyor, kış sıcaklıkları artıyor, ilkbahar erken geliyor, sonbahar gecikiyor, bitkiler erken çiçek açıyor, göç dönemleri değişiyor, yaşama alanları farklılaşıyor, kıyı şeritleri erozyona uğruyor, mercan resifleri ağarıyor, kar yığınları azalıyor, bulut ormanları kuruyor, hastalıklar yayılıyor, yüksek enlemlerde sıcaklık artıyor....

BM Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli'nin (IPCC) 133 ülkeden 2 bin 500 bilim adamı tarafından hazırlanan 4'üncü değerlendirme raporu, küresel ısınma gerçeğini çok açık kanıtlarla bir kez daha gözler önüne sermiştir. Küresel Isınma Raporuna göre acil önlem alınmadığı takdirde, küresel ısınma dünyaya iki dünya savaşı ve 1930'ların ekonomik bunalımından çok daha büyüğüne neden olacak ve yeryüzünün önemli bir bölümü yaşanmaz hale gelecek... Rapor ayrıca ilk kez küresel ısınmadan yüzde 90 oranında insanların sorumlu olduğunu açıkça ifade etmesi açısından önem taşımaktadır.
Küresel Isınma Raporu, "Atmosferi bugünkü gibi kirletmeye devam edersek sıcaklık bu yüzyılın sonunda iyimser tahminle 4.4, kötümser senaryo ile 6.4 derece yükselecektir. Harekete geçmezsek 10 yıl içinde küresel ısınmada geri dönülmez bir sürece girilecektir ve 2100 yılında insan nesli hayatını devam ettiremeyebilir" demektedir. BM'nin iyi ve kötü senaryoları 4.4 derece ile 6.4 derece arası bir yükselişi öngörmektedir. Buna göre:
* 4.4 derecelik artış: Yağmur ormanları ortadan kalkacak. Buzulların erimesi nedeniyle bazı ülkeler ortadan kalkacak. İspanya, İtalya, Yunanistan ve Türkiye çölleşecek. Hayvan türlerinin yarısı yok olacak. ...
* 5.4 derecelik artış: Deniz seviyesi 5 metre yükselecek ve gezegenimizde buzul kalmayacak. Güney Asya yaşanması imkansız hale gelecek. Milyonlarca insan hayatlarını sürdürmek için kutuplara göç etmek zorunda kalacak.
* 6.4 derecelik artış: Okyanus yaşamı yok olacak. Kutuplara kadar çölleşme başlayacak. Hayatta kalabilenler kutupta yaşayan birkaç milyon kişi olacak.
IPCC, iklim değişiminin şu anda yaşandığına ilişkin şu kanıtları göstermektedir:
* Ortalama küresel yüzey sıcaklığı arttıkça, kar örtüsü ve buz alanları da azalmıştır.
* Ortalama küresel deniz düzeyi yükselmiştir ve okyanuslar ısınmaktadır.
* Bölgesel iklim değişiklikleri, özellikle de sıcaklık artışı, şimdiye kadar birçok fiziksel ve biyolojik sistemi etkilemiştir.
Bu etkiler şunları içermektedir:
* Buzulların küçülmesi,
* Permafrost tabakasının çözülmesi,
* Nehir ve göllerdeki buz tabakalarının daha geç oluşması ve daha erken erimesi,
* Orta-yüksek düzeydeki büyüme mevsimlerinin uzaması,
* Bitki ve hayvanların yaşam alanlarında değişiklikler,
* Bazı bitki ve hayvan popülasyonlarında azalma,
* Ağaçların erken çiçeklenmesi, böceklerin erken ortaya çıkması, kuşların erken yumurtlaması vb.

BM'nin 4. iklim değerlendirme raporunda gelecekteki iklim konusunda 6 senaryo oluşturmuştur.
Senaryo B1: 1,8 derecelik sıcaklık artışı (1,1 ila 2,9 derece): Daha az kirletenlerin olduğu küreselleşmenin etkisiyle "ortak" bir dünya öngörülüyor. Yüzyılın ortasında nüfusun tavan yapacağı sonra düşüşe geçeceği, çözümlerin ekonomik ve çevresel yaşanabilirliğe yöneldiği, daha hakkaniyetli, ancak iklimin yönetiminde daha fazla girişimin olmadığı bir dünya tasarlanıyor.
Senaryo A1T: 2,4 derecelik sıcaklık artışı (1,4 ila 3,8 derece): Artış çok hızlı olmasına karşın, ekonomi fosil enerjilerin dışında kaynaklara dayanıyor ve daha etkili teknolojilerle hemen bütünleşiyor.
Senaryo B2: 2,4 derecelik sıcaklık artışı (1,4 ila 3,8 derece): Ekonomik, sosyal ve çevresel anlamda yaşanabilirlikte yerel çözümlerin önem kazandığı bir dünyayı tarif ediyor.
Senaryo A1B: 2,8 derecelik sıcaklık artışı (1,7 ila 4,4 derece): Artış çok hızlı, ekonomi, fosille nükleer ve yenilenebilir enerji kaynaklarının dengeli olarak kullanımına dayanıyor. Daha etkili yeni teknolojiler de çok çabuk yaşama giriyor. Uluslararası Atom Enerjisi Kurumunun (UAEK) 2050 için şu an öngördüğü tahminlere en yakın senaryo.
Senaryo A2: 3,4 derecelik sıcaklık artışı (2 ila 5,4 derece): Kendine yeterli, yerel kimliklerin korunduğu çok heterojen bir dünyayı tahmin ediyor. Nüfus artmaya devam ediyor, doğum oranları daha yavaş seyrediyor, ekonomik kalkınma özellikle bölgesel eğilim gösteriyor.
Senaryo A1F1: 4 derecelik sıcaklık artışı (2,4 ila 6,4 derece): Daha fazla kirletenlerin olduğu, fosil enerjilere fazlasıyla muhtaç çok hızlı artan bir dünya öngörülüyor.
Bu raporun da ortaya koyduğu gibi küresel ısınma bir gerçek olarak karşımızdadır ve etkileri bugünden görülmeye başlamıştır. Bu çerçevede küresel ısınma konusuna gerek hükümetler düzeyinde gerekse bireysel olarak daha ciddi yaklaşmamamız gerekmektedir. Bu amaçla bu yazıda küresel ısınmanın ne olduğu, etkileri ve alınacak önlemlerin neler olabileceği ile Türkiye'nin bu gerçek karşısında neler yaptığı ya da yapabileceği ele alınacaktır.

Dünyanın İçinde Bulunduğu Sistemin Isı Dengesinin Bozulmasının İklimlere Etkisi

Karbondioksit oranı artıyor, okyanuslar ısınıyor, buzullar eriyor, deniz seviyesi yükseliyor, orman yangınları artıyor, buzul tabakaları parçalanıyor, göller küçülüyor, kurak dönemler uzuyor, ırmaklar kuruyor, kış sıcaklıkları artıyor, ilkbahar erken geliyor, sonbahar gecikiyor, bitkiler erken çiçek açıyor, göç dönemleri değişiyor, yaşama alanları farklılaşıyor, kıyı şeritleri erozyona uğruyor, mercan resifleri ağarıyor, kar yığınları azalıyor, bulut ormanları kuruyor, hastalıklar yayılıyor, yüksek enlemlerde sıcaklık artıyor....

BM Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli'nin (IPCC) 133 ülkeden 2 bin 500 bilim adamı tarafından hazırlanan 4'üncü değerlendirme raporu, küresel ısınma gerçeğini çok açık kanıtlarla bir kez daha gözler önüne sermiştir. Küresel Isınma Raporuna göre acil önlem alınmadığı takdirde, küresel ısınma dünyaya iki dünya savaşı ve 1930'ların ekonomik bunalımından çok daha büyüğüne neden olacak ve yeryüzünün önemli bir bölümü yaşanmaz hale gelecek... Rapor ayrıca ilk kez küresel ısınmadan yüzde 90 oranında insanların sorumlu olduğunu açıkça ifade etmesi açısından önem taşımaktadır.
Küresel Isınma Raporu, "Atmosferi bugünkü gibi kirletmeye devam edersek sıcaklık bu yüzyılın sonunda iyimser tahminle 4.4, kötümser senaryo ile 6.4 derece yükselecektir. Harekete geçmezsek 10 yıl içinde küresel ısınmada geri dönülmez bir sürece girilecektir ve 2100 yılında insan nesli hayatını devam ettiremeyebilir" demektedir. BM'nin iyi ve kötü senaryoları 4.4 derece ile 6.4 derece arası bir yükselişi öngörmektedir. Buna göre:
* 4.4 derecelik artış: Yağmur ormanları ortadan kalkacak. Buzulların erimesi nedeniyle bazı ülkeler ortadan kalkacak. İspanya, İtalya, Yunanistan ve Türkiye çölleşecek. Hayvan türlerinin yarısı yok olacak. ...
* 5.4 derecelik artış: Deniz seviyesi 5 metre yükselecek ve gezegenimizde buzul kalmayacak. Güney Asya yaşanması imkansız hale gelecek. Milyonlarca insan hayatlarını sürdürmek için kutuplara göç etmek zorunda kalacak.
* 6.4 derecelik artış: Okyanus yaşamı yok olacak. Kutuplara kadar çölleşme başlayacak. Hayatta kalabilenler kutupta yaşayan birkaç milyon kişi olacak.
IPCC, iklim değişiminin şu anda yaşandığına ilişkin şu kanıtları göstermektedir:
* Ortalama küresel yüzey sıcaklığı arttıkça, kar örtüsü ve buz alanları da azalmıştır.
* Ortalama küresel deniz düzeyi yükselmiştir ve okyanuslar ısınmaktadır.
* Bölgesel iklim değişiklikleri, özellikle de sıcaklık artışı, şimdiye kadar birçok fiziksel ve biyolojik sistemi etkilemiştir.
Bu etkiler şunları içermektedir:
* Buzulların küçülmesi,
* Permafrost tabakasının çözülmesi,
* Nehir ve göllerdeki buz tabakalarının daha geç oluşması ve daha erken erimesi,
* Orta-yüksek düzeydeki büyüme mevsimlerinin uzaması,
* Bitki ve hayvanların yaşam alanlarında değişiklikler,
* Bazı bitki ve hayvan popülasyonlarında azalma,
* Ağaçların erken çiçeklenmesi, böceklerin erken ortaya çıkması, kuşların erken yumurtlaması vb.

BM'nin 4. iklim değerlendirme raporunda gelecekteki iklim konusunda 6 senaryo oluşturmuştur.
Senaryo B1: 1,8 derecelik sıcaklık artışı (1,1 ila 2,9 derece): Daha az kirletenlerin olduğu küreselleşmenin etkisiyle "ortak" bir dünya öngörülüyor. Yüzyılın ortasında nüfusun tavan yapacağı sonra düşüşe geçeceği, çözümlerin ekonomik ve çevresel yaşanabilirliğe yöneldiği, daha hakkaniyetli, ancak iklimin yönetiminde daha fazla girişimin olmadığı bir dünya tasarlanıyor.
Senaryo A1T: 2,4 derecelik sıcaklık artışı (1,4 ila 3,8 derece): Artış çok hızlı olmasına karşın, ekonomi fosil enerjilerin dışında kaynaklara dayanıyor ve daha etkili teknolojilerle hemen bütünleşiyor.
Senaryo B2: 2,4 derecelik sıcaklık artışı (1,4 ila 3,8 derece): Ekonomik, sosyal ve çevresel anlamda yaşanabilirlikte yerel çözümlerin önem kazandığı bir dünyayı tarif ediyor.
Senaryo A1B: 2,8 derecelik sıcaklık artışı (1,7 ila 4,4 derece): Artış çok hızlı, ekonomi, fosille nükleer ve yenilenebilir enerji kaynaklarının dengeli olarak kullanımına dayanıyor. Daha etkili yeni teknolojiler de çok çabuk yaşama giriyor. Uluslararası Atom Enerjisi Kurumunun (UAEK) 2050 için şu an öngördüğü tahminlere en yakın senaryo.
Senaryo A2: 3,4 derecelik sıcaklık artışı (2 ila 5,4 derece): Kendine yeterli, yerel kimliklerin korunduğu çok heterojen bir dünyayı tahmin ediyor. Nüfus artmaya devam ediyor, doğum oranları daha yavaş seyrediyor, ekonomik kalkınma özellikle bölgesel eğilim gösteriyor.
Senaryo A1F1: 4 derecelik sıcaklık artışı (2,4 ila 6,4 derece): Daha fazla kirletenlerin olduğu, fosil enerjilere fazlasıyla muhtaç çok hızlı artan bir dünya öngörülüyor.
Bu raporun da ortaya koyduğu gibi küresel ısınma bir gerçek olarak karşımızdadır ve etkileri bugünden görülmeye başlamıştır. Bu çerçevede küresel ısınma konusuna gerek hükümetler düzeyinde gerekse bireysel olarak daha ciddi yaklaşmamamız gerekmektedir. Bu amaçla bu yazıda küresel ısınmanın ne olduğu, etkileri ve alınacak önlemlerin neler olabileceği ile Türkiye'nin bu gerçek karşısında neler yaptığı ya da yapabileceği ele alınacaktır.

13 Ekim 2009 Salı

Enerçi Biçimlerinin Günlük Hayatta Kullanım Alanları


Rüzgar Enerjisi: Elektrik ürtiminde(Rüzgar türbinleri), Su kuyularından su pompalanması için kullanılıyor.
Kimyasal Enerji: Akülerde, Pillerde kullanılmakta.

Ses Enerjisi: Müzik dinlemek için vb.

Elektro Manyetik Radyosyon Enerjisi: Radyo ve televizyonlarda, cep telefonlarında iletişim için kullanılmakta.

Potansiyel enerji: Barajlardan elektrik eldesi ve sulama için kullanılmakta. Ayrıca her türlü yaylı sistemde potansiyel enerji kullanılmakta.

Elektrik enerjisi: Elektrik-Elektronik tüm aletlerde kullanılmakta.

Enerçi Biçimlerinin Günlük Hayatta Kullanım Alanları


Rüzgar Enerjisi: Elektrik ürtiminde(Rüzgar türbinleri), Su kuyularından su pompalanması için kullanılıyor.
Kimyasal Enerji: Akülerde, Pillerde kullanılmakta.

Ses Enerjisi: Müzik dinlemek için vb.

Elektro Manyetik Radyosyon Enerjisi: Radyo ve televizyonlarda, cep telefonlarında iletişim için kullanılmakta.

Potansiyel enerji: Barajlardan elektrik eldesi ve sulama için kullanılmakta. Ayrıca her türlü yaylı sistemde potansiyel enerji kullanılmakta.

Elektrik enerjisi: Elektrik-Elektronik tüm aletlerde kullanılmakta.

Süveyş Kanalı Ne Kadar Zamanda İnşa Edilmiştir

Süveyş Kanalı Ne Kadar Zamanda İnşa Edilmiştir?http://www.uted.org/dergi/2006/ekim/a_uyduresim_suveys.JPG

30
Ekim 1854 ve 5 Ocak 1856 târihli bu iki anlaşmanın neticesinde alınan kararlara göre, bütün milletlerin geçişine müsaade edilecek olan bir kanal yaptırılacak, ayrıca 99 seneliğine kanalı işletecek bir şirket kurulacaktı. 15 ralık 1858de “The Compagnie Universelle du Canal Maritime de Suez”, yâni “Süvyeş Kanal Şirketi” ihdas edildi.
Kanal inşaatı: Süveyş Kanalı inşaatına 25 Nisan 1859 târihinde başlandı. Kazma işinin yapılacağı bölge çöl olduğundan birçok güçlükler çıktı. Kazma işi 11 sene devam etti. Önce 6 metre derinliğinde bir servis kanalı kazıldı. Böylece Mavnalarla lüzumlu malzemenin taşınması kolaylaştı. Kahire yakınlarındaki Bulak bölgesinden başlayıp, batı-doğu itikâmetinde İsmailiyeye kadar süren ve buradan da ikiye ayrılarak, kuzey-güney istikametinde devam ederek, birisi Port Saide, diğeri Süveyşe ulaşan bu yardımcı kanaldan halk da istifâde etti. Böylece Süveyş Kanalı inşaatını ikmâl bakımından destekleyen bir tatlı su kanalı açılmakla kalınmıyor, aynı zamanda Nil ile İsmailiye arasında su yolu irtibâtı temin ediliyordu.

Süveyş Kanalı Ne Kadar Zamanda İnşa Edilmiştir

Süveyş Kanalı Ne Kadar Zamanda İnşa Edilmiştir?http://www.uted.org/dergi/2006/ekim/a_uyduresim_suveys.JPG

30
Ekim 1854 ve 5 Ocak 1856 târihli bu iki anlaşmanın neticesinde alınan kararlara göre, bütün milletlerin geçişine müsaade edilecek olan bir kanal yaptırılacak, ayrıca 99 seneliğine kanalı işletecek bir şirket kurulacaktı. 15 ralık 1858de “The Compagnie Universelle du Canal Maritime de Suez”, yâni “Süvyeş Kanal Şirketi” ihdas edildi.
Kanal inşaatı: Süveyş Kanalı inşaatına 25 Nisan 1859 târihinde başlandı. Kazma işinin yapılacağı bölge çöl olduğundan birçok güçlükler çıktı. Kazma işi 11 sene devam etti. Önce 6 metre derinliğinde bir servis kanalı kazıldı. Böylece Mavnalarla lüzumlu malzemenin taşınması kolaylaştı. Kahire yakınlarındaki Bulak bölgesinden başlayıp, batı-doğu itikâmetinde İsmailiyeye kadar süren ve buradan da ikiye ayrılarak, kuzey-güney istikametinde devam ederek, birisi Port Saide, diğeri Süveyşe ulaşan bu yardımcı kanaldan halk da istifâde etti. Böylece Süveyş Kanalı inşaatını ikmâl bakımından destekleyen bir tatlı su kanalı açılmakla kalınmıyor, aynı zamanda Nil ile İsmailiye arasında su yolu irtibâtı temin ediliyordu.

Rüzgar Oluşumu Fizik Teorisi

“Rüzgar” en basit şekilde hareket halindeki hava diye tanımlarız. Yani rüzgar dediğimiz şey bir yerden bir başka yere gitmekte olan havadır. Bu hareketin yönü herhangi bir yöne doğru olabilir fakat yatay yöndeki hareket genellikle daha fazladır.

Rüzgar hakkında kısa ve basit düzeydeki bilgilendirmeden sonra rüzgar oluşumuna sebep etkenler nelerdir, bunların “fizik” bilimiyle ilgisi nedir. Rüzgar oluşumun altında yatan fiziksel etmenler nedir onlara bakalım.

Rüzgar oluşumunda çokça yer edinen fiziksel kavramlardan birisi “basınç” kavramıdır. Basınç, birim yüzeye etki eden kuvvet olarak tanımlanmakta ve birimi kuvvet birimi/alan birimi (Newton/metre – N/m) olarak verilmektedir.

Rüzgar’ın temel sebebi atmosfer basıncı farklılıklarıdır. Atmosfer basıncının yüksek olduğu bölgeden düşük olduğu bölgeye doğru bir hava hareketi olur. İşte bahsi geçen bu hareket rüzgardır. Aşağıdaki şekilde rüzgar oluşumu basitçe gösterilmiştir;



Bu basınç farkının oluşmasına neden olan şey ise genellikle Güneş’tir. Gün içinde güneş ışınları atmosferde çok düzgün bir dağılımla soğurulmaz. Kimi bölgeler daha çok enerji alırken kimi bölgeler daha az alabilir. Ve böylece atmosferde farklı sıcaklık bölgeleri oluşur.

Yukarıdaki resimde gördüğünüz şekilde soğuk bölgede aşağı doğru mavi oklar bulunmakta. Bu oklar soğuyan havanın alçalma eğiliminde olduğunu göstermektedir. Yani soğuk hava daha yoğun olup yere doğru çökmektedir. Bu durumda bu bölgede yüksek bir basın oluşur. Sıcak bölgedeki yukarı doğru kırmızı oklar ise yükselmekte olan havayı temsil etmektedir. Isınan hava yükselir ve bölgedeki basınç düşer.

Böylece yüksek hava basıncının olduğu soğuk bölgeden sıcak bölgeye doğru hava akımı başlar. Bu olayda rüzgar olarak adlandırılır.
Rüzgar yönünü üzerinde dünyanın dönme hareketinin etkisi de vardır. Fakat olayları daha karışık hale getirmemek için bu konuya burada girmiyorum. Bu etki hakkında daha çok bilgi için “Coriolis kuvveti”ni araştırabilirsiniz. Rüzgar yönüne diğer bir etki ise “sürtünme” kuvvetidir. Sürtünme kuvveti hakkında detaylı bilgiyede ebilge.com üzerinden ulaşabilirsiniz.

Rüzgar Oluşumu Fizik Teorisi

“Rüzgar” en basit şekilde hareket halindeki hava diye tanımlarız. Yani rüzgar dediğimiz şey bir yerden bir başka yere gitmekte olan havadır. Bu hareketin yönü herhangi bir yöne doğru olabilir fakat yatay yöndeki hareket genellikle daha fazladır.

Rüzgar hakkında kısa ve basit düzeydeki bilgilendirmeden sonra rüzgar oluşumuna sebep etkenler nelerdir, bunların “fizik” bilimiyle ilgisi nedir. Rüzgar oluşumun altında yatan fiziksel etmenler nedir onlara bakalım.

Rüzgar oluşumunda çokça yer edinen fiziksel kavramlardan birisi “basınç” kavramıdır. Basınç, birim yüzeye etki eden kuvvet olarak tanımlanmakta ve birimi kuvvet birimi/alan birimi (Newton/metre – N/m) olarak verilmektedir.

Rüzgar’ın temel sebebi atmosfer basıncı farklılıklarıdır. Atmosfer basıncının yüksek olduğu bölgeden düşük olduğu bölgeye doğru bir hava hareketi olur. İşte bahsi geçen bu hareket rüzgardır. Aşağıdaki şekilde rüzgar oluşumu basitçe gösterilmiştir;



Bu basınç farkının oluşmasına neden olan şey ise genellikle Güneş’tir. Gün içinde güneş ışınları atmosferde çok düzgün bir dağılımla soğurulmaz. Kimi bölgeler daha çok enerji alırken kimi bölgeler daha az alabilir. Ve böylece atmosferde farklı sıcaklık bölgeleri oluşur.

Yukarıdaki resimde gördüğünüz şekilde soğuk bölgede aşağı doğru mavi oklar bulunmakta. Bu oklar soğuyan havanın alçalma eğiliminde olduğunu göstermektedir. Yani soğuk hava daha yoğun olup yere doğru çökmektedir. Bu durumda bu bölgede yüksek bir basın oluşur. Sıcak bölgedeki yukarı doğru kırmızı oklar ise yükselmekte olan havayı temsil etmektedir. Isınan hava yükselir ve bölgedeki basınç düşer.

Böylece yüksek hava basıncının olduğu soğuk bölgeden sıcak bölgeye doğru hava akımı başlar. Bu olayda rüzgar olarak adlandırılır.
Rüzgar yönünü üzerinde dünyanın dönme hareketinin etkisi de vardır. Fakat olayları daha karışık hale getirmemek için bu konuya burada girmiyorum. Bu etki hakkında daha çok bilgi için “Coriolis kuvveti”ni araştırabilirsiniz. Rüzgar yönüne diğer bir etki ise “sürtünme” kuvvetidir. Sürtünme kuvveti hakkında detaylı bilgiyede ebilge.com üzerinden ulaşabilirsiniz.

Thomson Atom Modeli

Thomson Atom Modeli

Thomson değişik gazlarda yapmış olduğu deneylerle her atomun elektron yükünün kütlesine oranını hesaplayarak elektronu keşfetmiştir. Elektron veren atomun artı (+, pozitif) yüklü olaracağını ispatlamış, atom içerisinde proton ve elektronun homojen olarak dağıldığını tanımlamıştır, bu yüzden bu modele üzümlü kek modelide denilmektedir. Rutherford Atom Modeli ile proton ve elektronun homojen dağıldığı ilkesi çürütülmüştür.

1. Atom artı yüklü maddeden oluşmuştur

2. Elektronlar bu artı madde içinde gömülüdür ve hareket etmezler.

3. Elektronların kütleleri çok küçüktür bu yüzden atomun tüm kütlesini bu artı yüklü madde oluşturur.

Thomson Atom Modeli

Thomson Atom Modeli

Thomson değişik gazlarda yapmış olduğu deneylerle her atomun elektron yükünün kütlesine oranını hesaplayarak elektronu keşfetmiştir. Elektron veren atomun artı (+, pozitif) yüklü olaracağını ispatlamış, atom içerisinde proton ve elektronun homojen olarak dağıldığını tanımlamıştır, bu yüzden bu modele üzümlü kek modelide denilmektedir. Rutherford Atom Modeli ile proton ve elektronun homojen dağıldığı ilkesi çürütülmüştür.

1. Atom artı yüklü maddeden oluşmuştur

2. Elektronlar bu artı madde içinde gömülüdür ve hareket etmezler.

3. Elektronların kütleleri çok küçüktür bu yüzden atomun tüm kütlesini bu artı yüklü madde oluşturur.

NİELS HENDRİK BOHR ATOM MODELİ






NİELS HENDRİK BOHR ATOM MODELİ
Niels Hendrik Bohr, Rutherford atom modeli ile Planck’ın kuantum teorisini
kullanarak 1913 yılında yeni bir atom modeli öne sürdü. Bu yeni model Rutherford
modelinin açıklayamadığı noktalara ışık tutuyordu. Bohr’un atom teorisi 3 temel
varsayıma dayanır.
Bir atomda bulunan her elektron çekirdekten ancak belirli uzaklıklardaki
yörüngelerde bulunabilir. Her yörünge belirli bir enerjiye karşı gelir ve
elektron yörüngelerden birinde hareket ederken enerji kaybederek çekirdeğe
doğru yaklaşmaz.
Yüksek enerji düzeyinde bir elektron düşük enerji düzeyine inerse enerji
düzeyleri arasındaki enerji farkına eşit enerji yayınlanır.
Elektronlar çekirdek çevresinde dairesel yörüngeler izlerler ve
elektronların açısal momentumları ancak belirli değerler alabilirler. Bu
değerler planck sabitine bağımlıdır.
Bu yaklaşımlarla Bohr spektrumlardaki çizgileri ve Rutherford atom teorisinin
açıklayamadığı diğer noktaları açıklamayı başardı
Her atomun bir çekirdeği ve elektronları olduğu anlaşılmıştı. Thomson, atomik
hacmin pozitif elektrik yüküyle dolu olduğunu elektronların da bu pozitif yüklü
ortamda gömülü, hareket edemez durumda bulunduğunu tasarlamıştı.
Rutherford'un modelindeki elektronlar ise durgun olamaz. Bu elektronlar,
kütlenin ve pozitif yükün yoğunlaştığı çekirdek tarafından çekilir. Buna göre
elektronlanrı çeken elektrostatik kuvvete karşı onları yerinde tutacak hiçbir
kuvvet yoktur. Klasik fizik ( o zamana dek bilinen fizik yasalarına) göre
eletronlar ivmelendirilmiş elektrikle yüklü parçacıklar olarak ışıma yaparak
saniyenin yüz milyonda biri kadar bir sürede (yol bu kadar) spiral bir hareketle
çekirdek üzerine düşmelidir.
Doğrudan denendiği başka olgularda başarılı olan elektromanyetik kuram, bu
öngörüde başarılı olamadı. Çünkü çekirdekli atımunu yaşadığı bir gerçekti. Bu
çelişki şu anlama geliyor: Makroskopik dünyada geçerli olan fizik yasaları,
atomal boyutta, yani mikroskopik dünyada geçerli olmamaktadır.
İncelenen olayın ölçeği küçüldükçe klasik fiziğin geçerliliği de azalıyor ve
atom anlaşılmak istenirse, kesinlikle dalgaların parçacık gibi, parçacıkların da
dalgalar gibi davrandığını dikkate almalıyız. Günlük yaşantımızdan edinilenn
kavramlarla Kuantum Kuramı'nın kavramları arasında hiçbir bağlantı yok ne yazık
ki.
Niels Bohr, zamanındaki çağdaş bulguları birleştiren bir kuram üretti. Onun
önünde biriken denel sonuçlar ve kendi buluşları şöylece özetlenebilir:
1. Rutherford'un 1911'de varlığını kanıtladığı çok yoğun, çok küçük hacimde
istiflenmiş, pozitif yüklü atom çekirdeği; bu çekirdek çevresinde dolanan
elektronlar.
2.Gaz halindeki atomların verdiği çizgisel tayf (spektrum) ve tayf çizgileriyle
ilgili yasalar
3. Her elementin, insanlardaki parmak izi gibi, kendine özgü x-ışınları tayfı
vermesi
4. Bütün bunları birbirine bağlamayı olanaklı kılan, Planck'ın 1900'de
açıkladığı Kuantum Kuramı.
Bohr, yaklaşık 40 yıl yeni fiziğin, yani Kuantum Kuramı'nın, 1920'lerdeki
aşamasının, Einstein'e karşı bilimsel itirazların en büyük adıdır.

Negatif yüklü, pek küçük kütleli elektronlar, pozitif yüklü olan ve neredeyse
atomun kütlesinin tümünü taşıyan pozitif çekirdeğin çekimiyle neden çekirdek
üzerine düşmüyor? Elektronlar her enerjiyi değil de belli enerjileri alabildiği
için.
Daha 1885'te J. Johann Balmer (1825-1898), hidrojen spekturmunun görünür
bölgesini incelemiş ve her çizginin belli bir dalga boyuna karşılık geldiğini
denel olarak göstermişti. İşte bu spektrum çizgilerinin aynı zamanda hidrojen
atomu içindeki ayrı enerji düzeylerini de gösterdiğini Bohr gördü.
Bohr, hidrojen atomunda her enerji düzeyinin belirli ve sabit bir enerjisi
olduğunu anladı. Atom içindeki elektron işte bu belirli enerjileri alabiliyor,
ama bunlar arasındaki herhangi bir enerji değerini alamıyordu. Işığın 'atomu'
yani ışığın kuantumu fotondu. Bir madde, bir, iki, üç, dört,... foton alabilir
ya da salabilirdi. Ama sözgelimi bir buçuk, iki buçuk foton alıp veremezdi.
Beyaz ışık, farklı dalga boyundaki ışınlar içerir. Newton, ışığa bakmaya
başladığında ilk bulduğu şey beyaz ışığın renklerin karışımı olduğuydu. Bayaz
ışık, bir cam prizmadan geçirildiğinde kırmızı ışık en az, mor ışık en çok
kırılır. Kırmızıdan mora doğru, arada turuncu, sarı, yeşil, mavi ve menekşe
renkle yer alır. Kırmızı ışğın dalga boyu, mor ışığınkinden daha uzundur.
Aslında görünen ışık uzun bir skalanını yalnızca küçük bir parçasıdır; tıpkı
işitebileceğimizden daha yüksek ve daha alçak notalar içeren müzik skalası gibi.
Işık skalası, frekans adı verilen sayılarla düzenlenir. Sayılar büyüdükçe ışık
kırmızıdan maviye, mora ve mor ötesine geçer. Morötesi ışığı görekmeyiz ama bu,
fotoğraf filmlerini etkiler. Bu hala ışıktır, ama sadece sayı farklıdır.
Eğer sayıyı artırmayı düşünürsek x-ışınlarına, gama ışınlarına ve ötesine
erişiriz. Eğer ötei yönde değiştirirsek, maviden kırmızıya, kızılötesi(ısı)
dalgalarına sonra televizyon ve radyo dalgalarına varırırız.
Newton, ışığın taneciklerden oluştuğunu düşünmüş ve bunlara " cisimcik"
(korpüskül) adını vermişti. Bunda haklıydı (ama bu sonuca vardıran akıl
yürütmesinde hatalıydı). Işığın taneciklerden oluştuğunu biliyoruz; çünkü
üzerine ışık düştüğünde tıkırdayan, çok duyarlı bir alet kullanır ve görürürz ki
ışık zayıfladığında her tıkırtının sesi hâlâ aynı şiddetle çıkmakta, yalnız
aralıkları uzamaktadır. Demek ki ışık yağmur damlalarına benzer -her bir küçük
ışık topağına bir foton denir- ve ışığın hepsi aynı renkteyse "yağmur
damlalarının" hepsi aynı boydadır.
Elektromanyetik dalgaların farklı dalga boyundaki bileşenlerine ayrılmasına
spektrum (tafy) denir. Beyaz ışığın prizmadan geçmesiyle oluşan renk kurdelası,
bir fotoğraf filmi üzerine kaydedilir. Böylesi düzeneklere spekrograf
(tayfölçer) denir. Işık, bant ya da renk spektrumu şeklinde ayrılır.
Beyaz ışığın spekrumu, kesiksiz bir renk bandı şeklindedir. Yani beyaz ışğın
spekturumu, süreklidir. Gaz halindeki atomların spekturumu ise belirli sayıda
renkli çizgiler ve bunlar arasında oluşan karanlık çizgiler taşır. Gaz halindeki
atomların verdiği bu tip kesikli spektrumlara çizgi spektrumu denir. Gaz
atomların tümü çizgi spektrumu verir
.
BOHR TEORİSİNİN EKSİK TARAFLARI
Bohr modeli rutherforad atom modeline göre oldukça üstün tarafları olsa da bu
kuramında eksik yönleri söz konusudur.
Elektronun, maddesel nokta şeklinde düşünüldüğünden, yörünce üzerinde enerji
yayımlamadan dönüşleri, yörüngeden yörüngeye atlayışı ve açığa çıkan enerjinin
ışıma halinde alınıp verilmesi açıklanması kolay olmayan bir durumdur.
Bohr atom modeli yalnızca tek elektronlu sistemlerin spektrumlarını
açıklayabilir. Ve çok elektronlu sistemlerin spektrumlarıı açıklamakta yetersiz
kalır. Çok elektronlu atomların spektrumlarında enerji düzeylerinin herbirinin
iki ya da daha fazla düzeye ayrıldığı görülmektedir.
Yine hidrojen gazı, bir elektrik alanı veya magnetik alanda soğurma spektrumları
incelenirse, enerji düzeylerinin çok elektronlu sistemlerde olduğu gibi iki ya
da daha fazla enerji düzeyine ayrıldığı görülür.

NİELS HENDRİK BOHR ATOM MODELİ






NİELS HENDRİK BOHR ATOM MODELİ
Niels Hendrik Bohr, Rutherford atom modeli ile Planck’ın kuantum teorisini
kullanarak 1913 yılında yeni bir atom modeli öne sürdü. Bu yeni model Rutherford
modelinin açıklayamadığı noktalara ışık tutuyordu. Bohr’un atom teorisi 3 temel
varsayıma dayanır.
Bir atomda bulunan her elektron çekirdekten ancak belirli uzaklıklardaki
yörüngelerde bulunabilir. Her yörünge belirli bir enerjiye karşı gelir ve
elektron yörüngelerden birinde hareket ederken enerji kaybederek çekirdeğe
doğru yaklaşmaz.
Yüksek enerji düzeyinde bir elektron düşük enerji düzeyine inerse enerji
düzeyleri arasındaki enerji farkına eşit enerji yayınlanır.
Elektronlar çekirdek çevresinde dairesel yörüngeler izlerler ve
elektronların açısal momentumları ancak belirli değerler alabilirler. Bu
değerler planck sabitine bağımlıdır.
Bu yaklaşımlarla Bohr spektrumlardaki çizgileri ve Rutherford atom teorisinin
açıklayamadığı diğer noktaları açıklamayı başardı
Her atomun bir çekirdeği ve elektronları olduğu anlaşılmıştı. Thomson, atomik
hacmin pozitif elektrik yüküyle dolu olduğunu elektronların da bu pozitif yüklü
ortamda gömülü, hareket edemez durumda bulunduğunu tasarlamıştı.
Rutherford'un modelindeki elektronlar ise durgun olamaz. Bu elektronlar,
kütlenin ve pozitif yükün yoğunlaştığı çekirdek tarafından çekilir. Buna göre
elektronlanrı çeken elektrostatik kuvvete karşı onları yerinde tutacak hiçbir
kuvvet yoktur. Klasik fizik ( o zamana dek bilinen fizik yasalarına) göre
eletronlar ivmelendirilmiş elektrikle yüklü parçacıklar olarak ışıma yaparak
saniyenin yüz milyonda biri kadar bir sürede (yol bu kadar) spiral bir hareketle
çekirdek üzerine düşmelidir.
Doğrudan denendiği başka olgularda başarılı olan elektromanyetik kuram, bu
öngörüde başarılı olamadı. Çünkü çekirdekli atımunu yaşadığı bir gerçekti. Bu
çelişki şu anlama geliyor: Makroskopik dünyada geçerli olan fizik yasaları,
atomal boyutta, yani mikroskopik dünyada geçerli olmamaktadır.
İncelenen olayın ölçeği küçüldükçe klasik fiziğin geçerliliği de azalıyor ve
atom anlaşılmak istenirse, kesinlikle dalgaların parçacık gibi, parçacıkların da
dalgalar gibi davrandığını dikkate almalıyız. Günlük yaşantımızdan edinilenn
kavramlarla Kuantum Kuramı'nın kavramları arasında hiçbir bağlantı yok ne yazık
ki.
Niels Bohr, zamanındaki çağdaş bulguları birleştiren bir kuram üretti. Onun
önünde biriken denel sonuçlar ve kendi buluşları şöylece özetlenebilir:
1. Rutherford'un 1911'de varlığını kanıtladığı çok yoğun, çok küçük hacimde
istiflenmiş, pozitif yüklü atom çekirdeği; bu çekirdek çevresinde dolanan
elektronlar.
2.Gaz halindeki atomların verdiği çizgisel tayf (spektrum) ve tayf çizgileriyle
ilgili yasalar
3. Her elementin, insanlardaki parmak izi gibi, kendine özgü x-ışınları tayfı
vermesi
4. Bütün bunları birbirine bağlamayı olanaklı kılan, Planck'ın 1900'de
açıkladığı Kuantum Kuramı.
Bohr, yaklaşık 40 yıl yeni fiziğin, yani Kuantum Kuramı'nın, 1920'lerdeki
aşamasının, Einstein'e karşı bilimsel itirazların en büyük adıdır.

Negatif yüklü, pek küçük kütleli elektronlar, pozitif yüklü olan ve neredeyse
atomun kütlesinin tümünü taşıyan pozitif çekirdeğin çekimiyle neden çekirdek
üzerine düşmüyor? Elektronlar her enerjiyi değil de belli enerjileri alabildiği
için.
Daha 1885'te J. Johann Balmer (1825-1898), hidrojen spekturmunun görünür
bölgesini incelemiş ve her çizginin belli bir dalga boyuna karşılık geldiğini
denel olarak göstermişti. İşte bu spektrum çizgilerinin aynı zamanda hidrojen
atomu içindeki ayrı enerji düzeylerini de gösterdiğini Bohr gördü.
Bohr, hidrojen atomunda her enerji düzeyinin belirli ve sabit bir enerjisi
olduğunu anladı. Atom içindeki elektron işte bu belirli enerjileri alabiliyor,
ama bunlar arasındaki herhangi bir enerji değerini alamıyordu. Işığın 'atomu'
yani ışığın kuantumu fotondu. Bir madde, bir, iki, üç, dört,... foton alabilir
ya da salabilirdi. Ama sözgelimi bir buçuk, iki buçuk foton alıp veremezdi.
Beyaz ışık, farklı dalga boyundaki ışınlar içerir. Newton, ışığa bakmaya
başladığında ilk bulduğu şey beyaz ışığın renklerin karışımı olduğuydu. Bayaz
ışık, bir cam prizmadan geçirildiğinde kırmızı ışık en az, mor ışık en çok
kırılır. Kırmızıdan mora doğru, arada turuncu, sarı, yeşil, mavi ve menekşe
renkle yer alır. Kırmızı ışğın dalga boyu, mor ışığınkinden daha uzundur.
Aslında görünen ışık uzun bir skalanını yalnızca küçük bir parçasıdır; tıpkı
işitebileceğimizden daha yüksek ve daha alçak notalar içeren müzik skalası gibi.
Işık skalası, frekans adı verilen sayılarla düzenlenir. Sayılar büyüdükçe ışık
kırmızıdan maviye, mora ve mor ötesine geçer. Morötesi ışığı görekmeyiz ama bu,
fotoğraf filmlerini etkiler. Bu hala ışıktır, ama sadece sayı farklıdır.
Eğer sayıyı artırmayı düşünürsek x-ışınlarına, gama ışınlarına ve ötesine
erişiriz. Eğer ötei yönde değiştirirsek, maviden kırmızıya, kızılötesi(ısı)
dalgalarına sonra televizyon ve radyo dalgalarına varırırız.
Newton, ışığın taneciklerden oluştuğunu düşünmüş ve bunlara " cisimcik"
(korpüskül) adını vermişti. Bunda haklıydı (ama bu sonuca vardıran akıl
yürütmesinde hatalıydı). Işığın taneciklerden oluştuğunu biliyoruz; çünkü
üzerine ışık düştüğünde tıkırdayan, çok duyarlı bir alet kullanır ve görürürz ki
ışık zayıfladığında her tıkırtının sesi hâlâ aynı şiddetle çıkmakta, yalnız
aralıkları uzamaktadır. Demek ki ışık yağmur damlalarına benzer -her bir küçük
ışık topağına bir foton denir- ve ışığın hepsi aynı renkteyse "yağmur
damlalarının" hepsi aynı boydadır.
Elektromanyetik dalgaların farklı dalga boyundaki bileşenlerine ayrılmasına
spektrum (tafy) denir. Beyaz ışığın prizmadan geçmesiyle oluşan renk kurdelası,
bir fotoğraf filmi üzerine kaydedilir. Böylesi düzeneklere spekrograf
(tayfölçer) denir. Işık, bant ya da renk spektrumu şeklinde ayrılır.
Beyaz ışığın spekrumu, kesiksiz bir renk bandı şeklindedir. Yani beyaz ışğın
spekturumu, süreklidir. Gaz halindeki atomların spekturumu ise belirli sayıda
renkli çizgiler ve bunlar arasında oluşan karanlık çizgiler taşır. Gaz halindeki
atomların verdiği bu tip kesikli spektrumlara çizgi spektrumu denir. Gaz
atomların tümü çizgi spektrumu verir
.
BOHR TEORİSİNİN EKSİK TARAFLARI
Bohr modeli rutherforad atom modeline göre oldukça üstün tarafları olsa da bu
kuramında eksik yönleri söz konusudur.
Elektronun, maddesel nokta şeklinde düşünüldüğünden, yörünce üzerinde enerji
yayımlamadan dönüşleri, yörüngeden yörüngeye atlayışı ve açığa çıkan enerjinin
ışıma halinde alınıp verilmesi açıklanması kolay olmayan bir durumdur.
Bohr atom modeli yalnızca tek elektronlu sistemlerin spektrumlarını
açıklayabilir. Ve çok elektronlu sistemlerin spektrumlarıı açıklamakta yetersiz
kalır. Çok elektronlu atomların spektrumlarında enerji düzeylerinin herbirinin
iki ya da daha fazla düzeye ayrıldığı görülmektedir.
Yine hidrojen gazı, bir elektrik alanı veya magnetik alanda soğurma spektrumları
incelenirse, enerji düzeylerinin çok elektronlu sistemlerde olduğu gibi iki ya
da daha fazla enerji düzeyine ayrıldığı görülür.

Ernest Rutherford Atom Teorisi (Modeli)

http://lisanskimya.balikesir.edu.tr/~f10415/atom4.gif
Atomun yapisinin açıklanmasi hakkında,önemli katkida bulunanlardan birisi de Ernest Rutherford (Örnist Radirford) olarak bilinir. Rutherford'dan önce Thomson atom modeli geçerliydi. Bu modele göre, atom küre seklindedir. Ve küre içerisinde proton ve elektronlar bulunmaktadir. Acaba bu proton ve elektronlar atom içerisinde belirli bir düzene mi, yoksa rastgele bir dagilim içerisinde mi bulunuyorlar? Bu sorunun cevabi daha bulunamamisti. Rutherford bu sorunun cevabi ve Thomson atom modelinin dogruluk derecesini anlamak için yaptigi alfa (a) parçaciklari deneyi sonucunda bir model gelistirmistir.
Polonyum ve radyum bir a-isini kaynagidir. Rutherford, bir radyoaktif kaynaktan çikan a-taneciklerini bir demet hâlinde igne ucu büyüklügündeki yariktan geçirdikten sonra, kalinligi 10-4 cm kadar olan ve arkasinda çinko sülfür (ZnS) sürülmüs bir ekran bulunan altin levha üzerine gönderdi.
Altin levhayi geçip ekran üzerine düsen a - parçaciklari ekrana sürülen ZnS üzerinde isildama yaparlar. Böylece metal levhayi geçen a - parçaciklarini sayma imkani elde edilir. Rutherford, yaptigi deneylerde metal levha üzerine gönderilen a- parçaciklarinin % 99,99 kadarinin ya hiç yollarinda sapmadan ya da yollarindan çok az saparak metal levhadan geçtiklerini, fakat çok az bir kisminin ise metale çarptiktan sonra büyük bîr açi yaparak geri döndüklerini gördü. Rutherford daha sonra deneyi altin levha yerine, kursun, bakir ve platin metallerle tekrarladiginda ayni sonucu gördü. Kinetik enerjisi çok yüksek olan ve çok hizli olarak bir kaynaktan çikan a - parçaciklarinin geriye dönmesi için;
1. Metal levhada pozitif kismin olmasi,
2. Bu pozitif yüklü kismin kütlesinin (daha dogrusu yogunlugunun) çok büyük olmasi gerekir.
Bu düsünceden hareketle Rutherford, yaptigi bu deneyden su sonuçlan çikardi.
Eger, a tanecikleri atom içerisindeki bir elektrona çarpsaydi, kinetik enerjileri büyük oldugu için elektronu yerinden sökerek yoluna devam edebilirlerdi. Ayrica, a - tanecigi pozitif, elektron negatif oldugundan geriye dönüs söz konusu olmamasi gerekirdi. Bu düsünceyle hareket eden Rutherford, metale çarparak geriye dönen alfa parçaciklarinin sayisi metal levhadan geçenlere oranla çok küçük oldugundan; atom Içerisinde pozitif yüklü ve kütlesi büyük olan bu kismin hacmi, toplam atom hacmine oranla çok çok küçük olmasi gerektigini düsünerek, bu pozitif yüklü kisma çekirdek dedi.

Rutherford, atomun kütlesinin yaklasik olarak çekirdegin kütlesine esit oldugunu ve elektronlarinda çekirdek etrafindaki yörüngelerde döndügünü ileri sürmüstür. Buna göre, Rutherford atomu günes sistemine benzetmis oluyordu. Rutherford atom modelini ortaya koydugunda nötronlarin varligi daha bilinmiyordu. Günümüzde ise «çekirdegin proton ve nötronlar içerdigi ve bunlarin çekirdegin kütlesini olusturduklarina inanilmaktadir. Rutherford'un ortaya koydugu atom modelinin boyutlarini da anlamak önemlidir. Bunu su sekilde ifade edebiliriz. Eger, bir atomun çekirdegi bir tenis topu büyüklügünde olsaydi, bu atom büyük bir stadyum büyüklügünde olurdu.
He atomu 2 proton, 2 nötron ve 2 elektrondan olusur. Bir He atomunun 2 elektronu tamamen uzaklastirilirsa geriye +2 yüklü helyum iyonu (He+2) kalir. Bu iyona alfa (a) parçacigi (alfa isini) denir.
Bir atomu a - tanecigi ile incelemek, bir seftaliyi uzun bir igne ile incelemeye benzer, ignenin seftalinin ortasinda sert bir seye çarptigini tespit ederek seftali çekirdeginin varligini ve büyüklügünü onu hiç görmeden anlamak mümkündür. Bu arada seftali ile çekirdeginin büyüklügü ve atom ile çekirdeginin büyüklügünün ayni oranda olamayacagi unutulmamalidir.

Ernest Rutherford Atom Teorisi (Modeli)

http://lisanskimya.balikesir.edu.tr/~f10415/atom4.gif
Atomun yapisinin açıklanmasi hakkında,önemli katkida bulunanlardan birisi de Ernest Rutherford (Örnist Radirford) olarak bilinir. Rutherford'dan önce Thomson atom modeli geçerliydi. Bu modele göre, atom küre seklindedir. Ve küre içerisinde proton ve elektronlar bulunmaktadir. Acaba bu proton ve elektronlar atom içerisinde belirli bir düzene mi, yoksa rastgele bir dagilim içerisinde mi bulunuyorlar? Bu sorunun cevabi daha bulunamamisti. Rutherford bu sorunun cevabi ve Thomson atom modelinin dogruluk derecesini anlamak için yaptigi alfa (a) parçaciklari deneyi sonucunda bir model gelistirmistir.
Polonyum ve radyum bir a-isini kaynagidir. Rutherford, bir radyoaktif kaynaktan çikan a-taneciklerini bir demet hâlinde igne ucu büyüklügündeki yariktan geçirdikten sonra, kalinligi 10-4 cm kadar olan ve arkasinda çinko sülfür (ZnS) sürülmüs bir ekran bulunan altin levha üzerine gönderdi.
Altin levhayi geçip ekran üzerine düsen a - parçaciklari ekrana sürülen ZnS üzerinde isildama yaparlar. Böylece metal levhayi geçen a - parçaciklarini sayma imkani elde edilir. Rutherford, yaptigi deneylerde metal levha üzerine gönderilen a- parçaciklarinin % 99,99 kadarinin ya hiç yollarinda sapmadan ya da yollarindan çok az saparak metal levhadan geçtiklerini, fakat çok az bir kisminin ise metale çarptiktan sonra büyük bîr açi yaparak geri döndüklerini gördü. Rutherford daha sonra deneyi altin levha yerine, kursun, bakir ve platin metallerle tekrarladiginda ayni sonucu gördü. Kinetik enerjisi çok yüksek olan ve çok hizli olarak bir kaynaktan çikan a - parçaciklarinin geriye dönmesi için;
1. Metal levhada pozitif kismin olmasi,
2. Bu pozitif yüklü kismin kütlesinin (daha dogrusu yogunlugunun) çok büyük olmasi gerekir.
Bu düsünceden hareketle Rutherford, yaptigi bu deneyden su sonuçlan çikardi.
Eger, a tanecikleri atom içerisindeki bir elektrona çarpsaydi, kinetik enerjileri büyük oldugu için elektronu yerinden sökerek yoluna devam edebilirlerdi. Ayrica, a - tanecigi pozitif, elektron negatif oldugundan geriye dönüs söz konusu olmamasi gerekirdi. Bu düsünceyle hareket eden Rutherford, metale çarparak geriye dönen alfa parçaciklarinin sayisi metal levhadan geçenlere oranla çok küçük oldugundan; atom Içerisinde pozitif yüklü ve kütlesi büyük olan bu kismin hacmi, toplam atom hacmine oranla çok çok küçük olmasi gerektigini düsünerek, bu pozitif yüklü kisma çekirdek dedi.

Rutherford, atomun kütlesinin yaklasik olarak çekirdegin kütlesine esit oldugunu ve elektronlarinda çekirdek etrafindaki yörüngelerde döndügünü ileri sürmüstür. Buna göre, Rutherford atomu günes sistemine benzetmis oluyordu. Rutherford atom modelini ortaya koydugunda nötronlarin varligi daha bilinmiyordu. Günümüzde ise «çekirdegin proton ve nötronlar içerdigi ve bunlarin çekirdegin kütlesini olusturduklarina inanilmaktadir. Rutherford'un ortaya koydugu atom modelinin boyutlarini da anlamak önemlidir. Bunu su sekilde ifade edebiliriz. Eger, bir atomun çekirdegi bir tenis topu büyüklügünde olsaydi, bu atom büyük bir stadyum büyüklügünde olurdu.
He atomu 2 proton, 2 nötron ve 2 elektrondan olusur. Bir He atomunun 2 elektronu tamamen uzaklastirilirsa geriye +2 yüklü helyum iyonu (He+2) kalir. Bu iyona alfa (a) parçacigi (alfa isini) denir.
Bir atomu a - tanecigi ile incelemek, bir seftaliyi uzun bir igne ile incelemeye benzer, ignenin seftalinin ortasinda sert bir seye çarptigini tespit ederek seftali çekirdeginin varligini ve büyüklügünü onu hiç görmeden anlamak mümkündür. Bu arada seftali ile çekirdeginin büyüklügü ve atom ile çekirdeginin büyüklügünün ayni oranda olamayacagi unutulmamalidir.

John Dalton Atom Teorisi(modeli)


İnsanoğlu maddenin temel parçacık fikrine çok eskiden ulaşmıştı. Antik Yunan düşünürleri için toprak, hava, su ve ateş tüm diğer maddeleri oluşturan asal nesnelerdi. Aristoteles bunlara “yetkin göksel nesne” dediği bir beşincisini eklemişti. Atom kavramım ilk kez ortaya atan Democritus ise bir parçacığın belli bir küçüklükle sınırlı kaldığı, daha fazla bölünmeye elvermediği savındaydı. Ona göre, tüm maddeleri oluşturan atomlar tek türden nesnelerdi. Maddelerin görünürdeki farklılığı atomların sadece değişik düzenlenmelerinden ileri gelmekteydi.
Ondokuzuncu yüzyıla gelinceye dek bu düşüncede belli bir ilerleme gözlenmez. İlk kez John Dalton modern atom teorisine yol açan bir atılım içine girer. Atom, molekül, element ve bileşiklere ilişkin kimya alanında günümüze değin süren başlıca gelişmelerin bu atılımdan kaynaklandığı söylenebilir.
Atom kavramına bilimsel kimlik kazandıran Dalton kimdi?
John Dalton, İngiltere’de geçimini el dokumacılığıyla sağlayan yoksul bir köylünün çocuğu olarak dünyaya gelir. Küçük yaşında dinin yanı sıra matematik, fen ve gramer derslerine de programında yer veren bir tarikat okulunda öğrenimine başlar. Özellikle matematikte sergilediği üstün yetenek ona yerel çevrede ün kazandırır.
Oniki yaşına geldiğinde, kendi okulunu açmak için yetkililerden izin alır. Aralıksız onbeş yıl sürdürdüğü öğretmenliği döneminde genç adam yüzlerce köy çocuğunu eğitmekle kalmaz, matematik ve bilime olan merak ve tutkusu doğrultusunda kendini de yetiştirir. Onun ömür boyu süren bir yan tutkusu da hava değişimleri üzerindeki gözlemleriydi. Çeşitli yörelerden topladığı hava örneklerini konu alan çözümlemeleri, havanın hep aynı kompozisyonda olduğunu gösteriyordu.
Dalton’un anlamadığı bir nokta vardı: Gazlar neden tekdüze bir karışım sergiliyordu? Karışımda, örneğin, karbondioksit gibi ağır bir gazın dibe çökmesi niçin gerçekleşmiyordu? Sonra, gazların karışımı yalnızca esinti veya termal akımlara mı bağlıydı, yoksa başka etkenler de var mıydı?
Dalton iyi bir deneyci değildi ama, sorusuna yanıt arayışında laboratuvara girmekten kaçınamazdı. Deneyi basitti: Ağır gazla dolu bir şişeyi masa üzerine yerleştirir, üstüne ağızları birleşecek şekilde hafif gazla dolu bir şişeyi baş aşağı kor. Beklenenin tersine, ağır gaz alt şişede, hafif gaz üst şişede kalmaz; iki gaz çok geçmeden tam bir karışım içine girer.
Dalton bu olguyu, sonradan “basınçların tikel teorisi” diye bilinen bir önermeyle açıklar. Buna göre, bir gazın parçacıkları başka bir gazın parçacıklarına değil, kendi türünden parçacıklara geri itici davranır. Bu açıklama, Dalton’u geçerliği bugün de kabul edilen bir varsayıma götürür: Her gaz kütlesi, biribirine uzak aralıklarda devinen parçacıklardan oluşmuştur.
Bu çalışmalarıyla bilim çevrelerinde adı duyulmaya başlayan Dalton, 1793′te Manchester Üniversitesi’ne öğretim görevlisi olarak çağrılır. Üniversitede matematik ve fen dersleri veren genç bilim adamı, meteorolojik gözlemlerini yayınlaması üzerine, Manchester Yazım ve Bilim Akademisi’ne üye seçilir.
Elli yıl süren üyelik döneminde Dalton, Akademiye yüzden fazla bildiri sunar, bilimsel konferanslarda aktif rol alır. Katıldığı son toplantılardan birinde övgü yağmuruna tutulduğunda, “Beni yaptıklarımda başarılı buluyorsanız, beğeninizi büyük ölçüde her zaman dikkat ve özenle sürdürdüğüm çabaya borçluyum,” diyerek gençlere bir mesaj ulaştırmak ister (yaklaşık yüzyıl sonra Thomas Edison da kendi başarısını benzer sözcüklerle dile getirmişti: “Deha’ dediğimiz şeyin yüzde birini esine, yüzde doksan dokuzunu alın terine borçluyuz”).
Dalton’u maddenin atom teorisine yönelten gereksinme atmosfer olaylarına ilişkin açıklama arayışından doğmuştu. Daha önce İrlandalı bilim adamı Robert Boyle de hava kompozisyonu ve hava basıncı üzerinde yoğun araştırmalarda bulunmuştu. Havanın bir kaç değişik gazdan oluştuğu buluşu Boyle’a aittir.
Aradan geçen zaman içinde Cavendish, Lavoisier, Priestley gibi seçkin bilim adamları da havanın kompozisyonunda oksijen, nitrojen, karbondioksit ve su buharının yer aldığını saptamışlardı. Ama bunlardan hiçbirinin atom teorisinin sağladığı açıklamaya yöneldiğini görmüyoruz.
Dalton bir bakıma kimyayı ve kimyasal çözümlemeyi tanımlayan ilk kişidir. Ona göre, kimyanın başlıca işlevi maddesel parçacıkları biribirinden ayırmak ya da biribiriyle birleştirmektir. Onun sözünü ettiği bu parçacıklar maddenin, o zaman bölünmez, parçalanmaz sayılan en ufak öğeleri, yani atomlardı.
Bilindiği üzere, kimya sanayiinde bir bileşiğin istenen miktarda üretimi için her bileşen maddeden ne kadar gerekli olduğunu belirlemek önemlidir. Dalton’a gelinceye dek bu belirleme “el yordamı” dediğimiz sınama-yanılma yöntemine dayanıyordu.
Dalton bu işlemin daha güvenilir bir yöntemle yapılmasını sağlamak için bir atomik ağırlıklar tablosu hazırlar. Deneylerinde, bileşen maddelerin ağırlıkları arasında küçük tam sayılarla belirlenebilen basit ilişkilerin olduğunu görmüştü. Gerçi belli bir bileşim için aynı bileşenlerin daima aynı oranda işleme girdiği, öteden beri biliniyordu.
Dalton bir adım daha ileri giderek, aynı iki madde birden fazla şekilde birleştirildiğinde, ortaya çıkan değişik sonuçların da biribirleriyle basit sayılarla ifade edilebilen ilişkiler içinde olduğunu gösterir. Örneğin, bataklık gazında bulunan hidrojen, etilen gazında bulunan hidrojenden iki kat daha fazladır. Başka bir örnek: Dört kurşun oksit’te bulunan oksijen miktarı l, 2, 3, 4 gibi basit orantılar içindedir.
Bu basit tam sayılar, Dalton’u maddesel nesnelerin “atom” denen sayılabilir ama bölünmez birimlerden oluştuğu düşüncesine götürmüştü. Her elementin değişik bir atomu olduğu, kimyasal bileşimlerin değişik atomların katılımıyla gerçekleştiği, bu katılımda atomların herhangi bir değişikliğe uğramadığı gibi noktaları içeren Dalton’un atom teorisi modern kimyanın temel taşı sayılsa yeridir.
Dalton bu kadarla kalmaz, kimi değişik atomların göreceli ağırlıklarım da belirler. En hafif madde olarak bilinen hidrojenin atomik ağırlığını “l” diye belirler. Ardından, suyun ayrıştırılmasıyla ortaya çıkan her parça hidrojene karşılık sekiz parça oksijen olacağını söyleyerek, oksijen atomlarının hidrojen atomlarından sekiz kat daha ağır olduğunu ileri sürer. Bu yanlıştı kuşkusuz.
Dalton suyun H2O değil, HO olduğunu sanıyordu (Biz şimdi oksijenin atomik ağırlığının hidrojeninkinin sekiz değil 16 katı olduğunu biliyoruz.) Ama bu yanlışlık onun düşünce düzeyindeki büyük atılımın önemini azaltmaz elbette. Unutulmamalıdır ki, atomların nasıl bir araya gelip şimdi “molekül” dediğimiz bileşik atomlar oluşturduğunu gösteren kimyasal simgeler dizgesinde de ilk adımı ona borçluyuz.
Dalton kimi kişilik özellikleriyle de sıra dışı bir kişiydi. Yaşam boyu bekar kalmasına karşın, karşı cinse ilgisiz değildi. 1809′da Londra’yı ziyaretinde kardeşine yazdığı mektuptan şu satırları okuyoruz: “Bond Street defilelerini kaçırmıyorum. Beni sergilenen giysilerden çok güzellerin yüzleri çekiyor. Bazıları öylesine dar giysilerle çıkıyorlar ki, vücut çizgileri tüm incelikleriyle ortaya dökülüyor. Bazıları da geniş şal veya pelerinleriyle adeta uçuşarak yürüyorlar. Nasıl oluyor bilmiyorum ama güzel kadın ne giyerse giysin fark etmiyor: Giyim kuşam başka, güzellik başka!”
Büyük kent yaşamının ilginçliği onun için gelip geçiciydi. Mektubunda büyüleyici bulduğu Londra’dan şöyle söz eder: “Gerçekten görkemli bir yer, ama ben bu görkemi bir kez seyretmekle yetineceğim. Kendini düşün yaşamına vermiş biri için yaşanılacak belki de en son yer burası. Görülmeye değer, ama işte o kadar!”
Renk körlüğü tıp dilinde “daltonizm” diye geçer. Dalton renk körüydü, zamanının bir bölümünü bu hastalığı incelemekle geçirmişti. Bir ödül töreninde kralın önüne çıkacaktı. Renkli diz bağı, tokalı ayakkabı, elinde kılıç protokol gereğiydi. Oysa bağlı olduğu Quaker tarikatı buna izin vermiyordu. Dalton, çözümü bir süre önce Oxford Üniversitesi’nce kendisine giydirilen onur cübbesine bürünmekte buldu. Cübbenin yakasının kırmızı olması başka bir sorun olabilirdi; ancak, Dalton için yaka kırmızı değil yeşildi.
Dalton’un çalışmalarıyla kimyanın matematiksel bir nitelik kazandığı, bir bakıma fizikle birleştiği söylenebilir. Maddenin elektriksel olduğu düşüncesini de ona borçluyuz. Çağımızda atom enerjisine ilişkin buluşların kökeninde Dalton’un payı büyüktür. Dalton, kendi gününde olduğu gibi günümüzde de süren etkisiyle bilim dünyasında saygın konumunu korumaktadır.

John Dalton Atom Teorisi(modeli)


İnsanoğlu maddenin temel parçacık fikrine çok eskiden ulaşmıştı. Antik Yunan düşünürleri için toprak, hava, su ve ateş tüm diğer maddeleri oluşturan asal nesnelerdi. Aristoteles bunlara “yetkin göksel nesne” dediği bir beşincisini eklemişti. Atom kavramım ilk kez ortaya atan Democritus ise bir parçacığın belli bir küçüklükle sınırlı kaldığı, daha fazla bölünmeye elvermediği savındaydı. Ona göre, tüm maddeleri oluşturan atomlar tek türden nesnelerdi. Maddelerin görünürdeki farklılığı atomların sadece değişik düzenlenmelerinden ileri gelmekteydi.
Ondokuzuncu yüzyıla gelinceye dek bu düşüncede belli bir ilerleme gözlenmez. İlk kez John Dalton modern atom teorisine yol açan bir atılım içine girer. Atom, molekül, element ve bileşiklere ilişkin kimya alanında günümüze değin süren başlıca gelişmelerin bu atılımdan kaynaklandığı söylenebilir.
Atom kavramına bilimsel kimlik kazandıran Dalton kimdi?
John Dalton, İngiltere’de geçimini el dokumacılığıyla sağlayan yoksul bir köylünün çocuğu olarak dünyaya gelir. Küçük yaşında dinin yanı sıra matematik, fen ve gramer derslerine de programında yer veren bir tarikat okulunda öğrenimine başlar. Özellikle matematikte sergilediği üstün yetenek ona yerel çevrede ün kazandırır.
Oniki yaşına geldiğinde, kendi okulunu açmak için yetkililerden izin alır. Aralıksız onbeş yıl sürdürdüğü öğretmenliği döneminde genç adam yüzlerce köy çocuğunu eğitmekle kalmaz, matematik ve bilime olan merak ve tutkusu doğrultusunda kendini de yetiştirir. Onun ömür boyu süren bir yan tutkusu da hava değişimleri üzerindeki gözlemleriydi. Çeşitli yörelerden topladığı hava örneklerini konu alan çözümlemeleri, havanın hep aynı kompozisyonda olduğunu gösteriyordu.
Dalton’un anlamadığı bir nokta vardı: Gazlar neden tekdüze bir karışım sergiliyordu? Karışımda, örneğin, karbondioksit gibi ağır bir gazın dibe çökmesi niçin gerçekleşmiyordu? Sonra, gazların karışımı yalnızca esinti veya termal akımlara mı bağlıydı, yoksa başka etkenler de var mıydı?
Dalton iyi bir deneyci değildi ama, sorusuna yanıt arayışında laboratuvara girmekten kaçınamazdı. Deneyi basitti: Ağır gazla dolu bir şişeyi masa üzerine yerleştirir, üstüne ağızları birleşecek şekilde hafif gazla dolu bir şişeyi baş aşağı kor. Beklenenin tersine, ağır gaz alt şişede, hafif gaz üst şişede kalmaz; iki gaz çok geçmeden tam bir karışım içine girer.
Dalton bu olguyu, sonradan “basınçların tikel teorisi” diye bilinen bir önermeyle açıklar. Buna göre, bir gazın parçacıkları başka bir gazın parçacıklarına değil, kendi türünden parçacıklara geri itici davranır. Bu açıklama, Dalton’u geçerliği bugün de kabul edilen bir varsayıma götürür: Her gaz kütlesi, biribirine uzak aralıklarda devinen parçacıklardan oluşmuştur.
Bu çalışmalarıyla bilim çevrelerinde adı duyulmaya başlayan Dalton, 1793′te Manchester Üniversitesi’ne öğretim görevlisi olarak çağrılır. Üniversitede matematik ve fen dersleri veren genç bilim adamı, meteorolojik gözlemlerini yayınlaması üzerine, Manchester Yazım ve Bilim Akademisi’ne üye seçilir.
Elli yıl süren üyelik döneminde Dalton, Akademiye yüzden fazla bildiri sunar, bilimsel konferanslarda aktif rol alır. Katıldığı son toplantılardan birinde övgü yağmuruna tutulduğunda, “Beni yaptıklarımda başarılı buluyorsanız, beğeninizi büyük ölçüde her zaman dikkat ve özenle sürdürdüğüm çabaya borçluyum,” diyerek gençlere bir mesaj ulaştırmak ister (yaklaşık yüzyıl sonra Thomas Edison da kendi başarısını benzer sözcüklerle dile getirmişti: “Deha’ dediğimiz şeyin yüzde birini esine, yüzde doksan dokuzunu alın terine borçluyuz”).
Dalton’u maddenin atom teorisine yönelten gereksinme atmosfer olaylarına ilişkin açıklama arayışından doğmuştu. Daha önce İrlandalı bilim adamı Robert Boyle de hava kompozisyonu ve hava basıncı üzerinde yoğun araştırmalarda bulunmuştu. Havanın bir kaç değişik gazdan oluştuğu buluşu Boyle’a aittir.
Aradan geçen zaman içinde Cavendish, Lavoisier, Priestley gibi seçkin bilim adamları da havanın kompozisyonunda oksijen, nitrojen, karbondioksit ve su buharının yer aldığını saptamışlardı. Ama bunlardan hiçbirinin atom teorisinin sağladığı açıklamaya yöneldiğini görmüyoruz.
Dalton bir bakıma kimyayı ve kimyasal çözümlemeyi tanımlayan ilk kişidir. Ona göre, kimyanın başlıca işlevi maddesel parçacıkları biribirinden ayırmak ya da biribiriyle birleştirmektir. Onun sözünü ettiği bu parçacıklar maddenin, o zaman bölünmez, parçalanmaz sayılan en ufak öğeleri, yani atomlardı.
Bilindiği üzere, kimya sanayiinde bir bileşiğin istenen miktarda üretimi için her bileşen maddeden ne kadar gerekli olduğunu belirlemek önemlidir. Dalton’a gelinceye dek bu belirleme “el yordamı” dediğimiz sınama-yanılma yöntemine dayanıyordu.
Dalton bu işlemin daha güvenilir bir yöntemle yapılmasını sağlamak için bir atomik ağırlıklar tablosu hazırlar. Deneylerinde, bileşen maddelerin ağırlıkları arasında küçük tam sayılarla belirlenebilen basit ilişkilerin olduğunu görmüştü. Gerçi belli bir bileşim için aynı bileşenlerin daima aynı oranda işleme girdiği, öteden beri biliniyordu.
Dalton bir adım daha ileri giderek, aynı iki madde birden fazla şekilde birleştirildiğinde, ortaya çıkan değişik sonuçların da biribirleriyle basit sayılarla ifade edilebilen ilişkiler içinde olduğunu gösterir. Örneğin, bataklık gazında bulunan hidrojen, etilen gazında bulunan hidrojenden iki kat daha fazladır. Başka bir örnek: Dört kurşun oksit’te bulunan oksijen miktarı l, 2, 3, 4 gibi basit orantılar içindedir.
Bu basit tam sayılar, Dalton’u maddesel nesnelerin “atom” denen sayılabilir ama bölünmez birimlerden oluştuğu düşüncesine götürmüştü. Her elementin değişik bir atomu olduğu, kimyasal bileşimlerin değişik atomların katılımıyla gerçekleştiği, bu katılımda atomların herhangi bir değişikliğe uğramadığı gibi noktaları içeren Dalton’un atom teorisi modern kimyanın temel taşı sayılsa yeridir.
Dalton bu kadarla kalmaz, kimi değişik atomların göreceli ağırlıklarım da belirler. En hafif madde olarak bilinen hidrojenin atomik ağırlığını “l” diye belirler. Ardından, suyun ayrıştırılmasıyla ortaya çıkan her parça hidrojene karşılık sekiz parça oksijen olacağını söyleyerek, oksijen atomlarının hidrojen atomlarından sekiz kat daha ağır olduğunu ileri sürer. Bu yanlıştı kuşkusuz.
Dalton suyun H2O değil, HO olduğunu sanıyordu (Biz şimdi oksijenin atomik ağırlığının hidrojeninkinin sekiz değil 16 katı olduğunu biliyoruz.) Ama bu yanlışlık onun düşünce düzeyindeki büyük atılımın önemini azaltmaz elbette. Unutulmamalıdır ki, atomların nasıl bir araya gelip şimdi “molekül” dediğimiz bileşik atomlar oluşturduğunu gösteren kimyasal simgeler dizgesinde de ilk adımı ona borçluyuz.
Dalton kimi kişilik özellikleriyle de sıra dışı bir kişiydi. Yaşam boyu bekar kalmasına karşın, karşı cinse ilgisiz değildi. 1809′da Londra’yı ziyaretinde kardeşine yazdığı mektuptan şu satırları okuyoruz: “Bond Street defilelerini kaçırmıyorum. Beni sergilenen giysilerden çok güzellerin yüzleri çekiyor. Bazıları öylesine dar giysilerle çıkıyorlar ki, vücut çizgileri tüm incelikleriyle ortaya dökülüyor. Bazıları da geniş şal veya pelerinleriyle adeta uçuşarak yürüyorlar. Nasıl oluyor bilmiyorum ama güzel kadın ne giyerse giysin fark etmiyor: Giyim kuşam başka, güzellik başka!”
Büyük kent yaşamının ilginçliği onun için gelip geçiciydi. Mektubunda büyüleyici bulduğu Londra’dan şöyle söz eder: “Gerçekten görkemli bir yer, ama ben bu görkemi bir kez seyretmekle yetineceğim. Kendini düşün yaşamına vermiş biri için yaşanılacak belki de en son yer burası. Görülmeye değer, ama işte o kadar!”
Renk körlüğü tıp dilinde “daltonizm” diye geçer. Dalton renk körüydü, zamanının bir bölümünü bu hastalığı incelemekle geçirmişti. Bir ödül töreninde kralın önüne çıkacaktı. Renkli diz bağı, tokalı ayakkabı, elinde kılıç protokol gereğiydi. Oysa bağlı olduğu Quaker tarikatı buna izin vermiyordu. Dalton, çözümü bir süre önce Oxford Üniversitesi’nce kendisine giydirilen onur cübbesine bürünmekte buldu. Cübbenin yakasının kırmızı olması başka bir sorun olabilirdi; ancak, Dalton için yaka kırmızı değil yeşildi.
Dalton’un çalışmalarıyla kimyanın matematiksel bir nitelik kazandığı, bir bakıma fizikle birleştiği söylenebilir. Maddenin elektriksel olduğu düşüncesini de ona borçluyuz. Çağımızda atom enerjisine ilişkin buluşların kökeninde Dalton’un payı büyüktür. Dalton, kendi gününde olduğu gibi günümüzde de süren etkisiyle bilim dünyasında saygın konumunu korumaktadır.

11 Ekim 2009 Pazar

CeBİT Bilişim Eurasia 7-11 Ekim tarihleri arasında Beylikdüzü TÜYAP Fuar Merkezi’nde gerçekleştirilecek.

Teknolojinin kalbi CeBİT'te atacakAvrasya'nın en büyük dijital ve teknoloji platformu olan CeBİT Bilişim Eurasia 7-11 Ekim tarihleri arasında Beylikdüzü TÜYAP Fuar Merkezi’nde gerçekleştirilecek.


CeBIT Bilişim Eurasia’da bu yıl Anadolu ön plana çıkıyor. Açılışını Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün yapacağı CeBIT’te Anadolu’nun çeşitli kentlerinde faaliyet gösteren firmaların üst düzey yöneticileri özel olarak ağırlanıyor. Fuara yerli ve yabancı yaklaşık bin firmanın katılması bekleniyor.

CeBİT'te bu yıl ‘İş Dünyası’, ‘Dijital Yaşam’ ve ‘Tüketici Elektroniği’ olmak üzere 3 ana bölümde toplanacak. Fuarda ‘İş ve Kariyer’, ‘Yazılım’, ‘eSağlık’, ‘TeknoKent’, ‘Kamu Sektörü’ ve ‘Sosyal Sorumluluk’ gibi tematik bölümler ile ‘Uzaktan Öğrenme’, ‘Telekom’, ‘eSağlık’ ve ‘Webciety’ gibi forum alanları yer alacak. Kriz nedeniyle bazı firmalar fuara katılmamak yerine daha küçük standları tercih ederken, CeBIT Bilişim Eurasia giriş ücreti de 2008’de olduğu gibi normal 20, öğrenci 10 lira olarak belirlendi.

Son yıllarda e-devlet ve e-belediye hizmetlerinin hızlı bir şekilde artmasının fuarda "Kamu Sektörü" bölümüne olan ilgiyi de artırması bekleniyor. Başbakanlık başta olmak üzere birçok bakanlık ve belediye, AK Parti başta olmak üzere bazı siyasi partiler bu bölümde hazır bulunacak.

AK PARTİ FUARA HAZIR

AK Parti bu yıl standını AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Nükhet Hotar Göksel, AK Parti İstanbul Milletvekili Mehmet Müezzinoğlu, AK Parti Konya Milletvekili Orhan Erdem ile açacak. Açılışa Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım'ın da katılması bekleniyor.

Standda AK Parti İletişim Merkezi, Özürlüler Koordinasyon Merkezi ve Yaşlılar Koordinasyon Merkezi'nin işleyiş sistemi ile ilgili bilgiler verilecek. Fuar boyunca her gün iki milletvekili de vatandaşların sorularını cevaplamak için standda hazır bekleyecek. Aynı zamanda gelen ziyaretçilere Satır Satır Özürlülüler Kanunu ve AK Parti Yaşlılar Koordinasyon Merkezi El Kitabı dağıtılacak.

Türk Telekom;dan Açıklama

Artık dışarıda ihalelere girmiyoruz teknoloji ihraç ederek büyüyeceğiz
Türk Telekom, büyüme stratejisini değiştirmeye hazırlanıyor. Şirket artık bölge ve çevre ülkelerde özelleştirme ihalelerine katılmak yerine bünyesinde geliştirdiği yüksek teknolojili ürün ve hizmetleri ihraç ederek büyüyecek.

Şirketin Genel Müdürü Dr. Paul Doany, tüm dünyada telekom şirketlerinin geleneksel yolla büyüme dönemlerinin kapandığını belirtirken, "Bulgaristan ve Makedonya'da girdiğimiz ihalelerde ederin üzerinde fiyatlar istendi. Makedonya Telekom'u almış olsaydık 200 milyon Euro ödeyecektik. Onun yerine daha ucuz teknoloji şirketlerine yatırım yaparak büyüyeceğiz." dedi.
Türk Telekom, Uluslararası Telekomünikasyon Birliği'nin (ITU) Cenevre'de düzenlediği 'ITU World 2009 Konferansı'na bu yıl teknoloji şirketleri Argela, İnnova ve Sebit ile katıldı. Fuarda bir basın toplantısı düzenleyen Paul Doany, dünyada büyük sabit operatörler için geleneksel iş modelleriyle büyüme döneminin geride kaldığını ifade etti. Doany, operatörlerin artık teknolojiye yatırım yaparak büyüdüğünü bildirdi. Doany, "Dünyada artık sabit ses gelirleri durağanlaşırken, Data ve ADSL gelirleri hızla artıyor. Biz de büyüme stratejimizi değiştirdik. Gelecek dönemde teknoloji şirketlerimizin ürünlerini geliştirip dünyaya ihraç ederek büyümeyi hedefliyoruz." diye konuştu. Bu şirketlere yaptıkları düşük yatırımlarla yeni pazarlarda yeni müşterilere ulaşmayı hedeflediklerini kaydetti. Türk Telekom, bünyesindeki 8 yeni teknoloji şirketiyle başta Suudi Arabistan olmak üzere Mısır, Hindistan ve ABD gibi ülkelerle çalışmaya başladı. Şirket bir sonraki pazar olarak da Tunus, Fas, Brezilya, Nijerya, Kolombiya ve Malezya gibi ülkelere ihracat yapmayı hedefliyor. Türk Telekom'a ait Sebit'in ürettiği 'Vitamin', Amerika pazarında satılmak üzere İngilizceye çevrildi. Sırasıyla İspanyolca ve Arapça versiyonları hazırlanarak Latin Amerika ve Arap yarımadasında satışa sürülecek. Genel Müdür Doany, Brezilya pazarına özel bir önem verdiklerini vurgularken, bu amaçla yazılımın Portekizceye de çevrileceğini anlattı. Şirket, bu ürünle 20 milyon kullanıcıya ulaşmayı amaçlıyor Türk Telekom Türk Telekom Bir Teknoloji Kuruluşudur.

7 Ekim 2009 Çarşamba

Görünmezlik Teknolojisi(Video)

Görünmezlik Teknolojisi(Video)

5 Ekim 2009 Pazartesi

Dama

Dama

IQ TESTİ 2

IQ TESTİ 2

IQ TESTİ 1

IQ TESTİ 1

Piyasa degerinden 6 kat daha ucuza yaptılar

Tarsus Endüstri Meslek Lisesi bu kez de bir çok amaçlı enjeksiyon makinası yaptı.
Çok amaçlı denmesinin sebebi ise; plastik ve hafif metal baskı yapabilmesi. Endüstri Meslek Lisesinin Makina Teknolojisi alanı öğretmenlerinden İsmail Karahaliloğlu, Tacettin Oğuz, Erdoğan Yalım ve çalışkan öğrencilerinin ortak çalışması ile makina teknolojisi alanının ihtiyacı olan 15 Bin TL piyasa değerindeki bu makinayı 2 Bin 500 TL'ye mal ettiler.

Makinayı yapmalarının amacını ise şöyle açıkladılar; "Okulumuzda böyle bir makina yok idi,özellikle makina teknolojisi ,kalıp dalı öğrencilerinin kalıpçılığı uygulama yaparak ve görerek çalışma yapmaları bu sayede sanayinin ihtiyaç duyduğu ara elaman olma yolunda daha iyi yetiştirilmelerini sağlamak..." olduğunu açıkladılar...
Tarsus End. Mes.Lisesi TARSUS/MERSİN

Bu yazıcı çay ve kahve ile çalışıyor.

Konsept aşamasında olan bu icat tam bir çevre dostu bu yazıcının en büyük özelliği ise mürekkep yerine kahve telvesi ve çay kulanılması , birde çalışırken elektrik kullanılmaması bunun yerine kartuş el ile sağ sol yapılarak çalışması.Gerçektende sıra dışı bir tasarım..